Milli Eğitim Bakanı olsaydım!..
Farklı kişiliği, farklı söylemleri ve duruşu olan biri olarak dikkatleri üzerimde toplar, siyasetin pop starlarına meydan okurdum. Kimsenin benden daha ünlü olmasına imkan vermez, bu fırsatı bir tek bulunduğum partinin cumhurbaşkanını tanırdım!
Eğitim camiasına yeni bir renk katardım. Her gün farklı bir renkte takım elbisesi giyer, giydiğim takıma uygun kol saati ve smokin takar, benzer renkte bir yüzüğü parmağıma geçirerek kombine yapmaya çalışırdım. Kombine yaparaktan halkın sevgisini kazanacağımı düşünür, bir sonraki seçim için kombine biletimi ayırmış olurdum!
Yapacağım politikalarla suratı asık halkın, morali bozuk eğitim camiasının sevilen yüzü olurdum. Yüzlerine tebessüm, gönüllerine sevgili olurdum. Beni o kadar çok severlerdi ki, bir dahaki seçimde tekrar bakan olmam için ellerinden gelen tüm gayreti gösterirlerdi. Onlar beni bakan yaptıkça ben de emeklerini boşa çıkarmaz, benden önceki her bakan gibi kendime ait bir eğitim sistemi oluşturur, yapboza dönen eğitim sistemine katkı sunardım!
Mesela yapacağım en büyük katkı ders saatlerini on dakika, teneffüsleri yarım saat yapmak olurdu. Bunu yaparken ki gerekçemi vatandaşa şu şekilde anlatırdım: "Amacım, artık kişiliklerin sanal kişiliklere dönüştüğü, iletişimin sosyal medya üzerinden kurulmaya çalışıldığı bir dönemde çocukların bu sosyalleşme yönlerini geliştirmelerine katkı sunacağım. Bu açıdan her öğrenciye bir dokunmatik telefon hediye edip, teneffüs sürelerini arttırıp sosyal medyayı kullanmalarına imkan tanımak, a-sosyal olmalarına ve zamanın ruhuna ayak uydurmalarına yardımcı olacağım." Bunun için de okul bahçelerine sosyal medya kullanım alanları oluştururdum. Ben bunu yaptıkça, öğrenciler sosyal medyadan beni takip eder, takipçi sayım milyonları bulur, pop star siyasetçi kimliğime birini daha katardım!
Sadece bunları yapmakla yetinmezdim. "Çoklu zekanın olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Sözel zekası, dilsel zekası, matematiksel zekası olan çocukları, yani farklı zeka yönleri bulunan çocukları aynı sınıfta tutarak onlara haksızlık ediyoruz. Bir sınıfta sözel zekası ön planda olan bir öğrenciye matematik derslerini anlatmak haksızlıktır. Ya da matematiksel zekası gelişmiş bir öğrenciye sözel dersleri zorunlu kılmak haksızlıktır. Bu nedenle tüm zorunlu dersleri kaldırıyor, tüm dersleri/müfredatı seçmeli yapıyorum" derdim!
Tabii, bunu derken tüm öğrencilerin seçmeli olarak Beden Eğitimi dersini seçeceklerini ve okullarda on binlerce Beden Eğitimi öğretmen ihtiyacı olacağını öngöremezdim. Gerçi bu vesileyle atama bekleyen binlerce Beden Eğitimi öğretmeni sayemde kadroya geçmiş olurdu. Tabii diğer branşlardaki kadrolu öğretmenlerin derslerini de seçmeli olarak seçecek öğrenciler çıkmayacağı için girecek ders bulamazlardı. Okullara çay kahve içmeye gider, boş boş vakit geçirir, boş geçen vakitlerinde bol bol bana dua ederlerdi. "Milli Eğitim Bakanı dediğin böyle düşünceli olur. Öğretmenini yormaz, derse sokmaz, Allah ondan razı olsun" derlerdi!
Muhtarlar toplantısı yapan bir parti liderimin yolundan gider ben de öğretmenler toplantısı yapar, her ay her ilden il müdürlüklerinin seçip göndereceği şanslı/talihli öğretmenlere hitap ederdim!
Tabii, yaptığım program muhtarlar toplantısı kadar coşkulu olmasına her ne kadar dikkat etsem de beceremeyeceğimden, öğretmenler toplantısı öncesinde alkış siparişi verirdim; "Çalıştığınız kadar ekmek, alkışladığınız kadar, coşkunuz kadar ek ders ödeyeceğim" derdim. Ek ders sorunu yaşayan öğretmenlere bunu söylemekle başıma belayı alırdım!
Beni öyle bir alkışlar, öyle coşkulu bir havaya sokarlardı ki, muhtarlar toplantısını gölgede bıraktım diye bakanlık koltuğumdan olurdum. Sonra döner öğretmenlere "Beni koltuğumdan ettiniz, size ek ders mers yok..! Size buradan ekmek çıkmaz!" diye fırçalardım. Sonra da döner, parti liderimden de ben fırça yerdim!
Sanırım Bakanlık görevimi elime yüzüme bulaştırırdım. Buradan bana da ekmek çıkmazdı. Her işi ehline vermek lazım demek ki. En iyisi ben yazarlığa devam edeyim!