Milletlerin bela ile imtihanı
Bu ülkenin insanları kadar kadirşinas bir millet yoktur.
Bu millet kadar kıymet bilen başka bir millet de yoktur.
Ve bu millet kadar fedâkar başka bir millet bulmak da neredeyse imkânsızdır.
Bela ve musibetler bireylerde olduğu gibi halkların, toplumların ve milletlerin de asıl kimliğini deşifre etme özelliğine sahiptirler. Öyle ya, iyi zamanlarda kimsenin zarar etmesi, bedel ödemesi, ihtiyacı olmasına rağmen eldekini başkaları için harcaması gerekmiyor. Bu ihtiyaç zor günlerde hasıl olur.
Bu işin bir tarafı,
Diğer bir tarafı da zor günlerde ve durumlarda ayrışmalar, ayrılmalar, bölünme, savrulma ve parçalanmalar görülür. Hangi ülke bölünmüş ise, hangi millet savrulmuş dağılmış ise ve hangi devlet parçalanmış ise mutlaka bunun öncesinde bir darlık, bir bela, bir zorluk yaşamıştır. Çünkü insanoğlu zor günlerde/n kaçmayı tercih eder.
Gürsel Dönmez savrulmaya yol açan faktörleri, “Milletlerin ve kültürlerin beklenmedik çöküşleri; sıcak savaşlar, büyük yabancı göçler ve mülteci istilası, veba, deprem veya kuraklık gibi yıkıcı ve değiştirici etkisi olan olağanüstü felaketler” olarak açıklıyor. Bunun en başat sebebi de “korku” olmalıdır.
Bunu çok da yadırgamamak lazım, çünkü korku insan içindir, ondan kaçmak da. Lakin millet olabilen; aynı gamı, aynı derdi, aynı acıyı, aynı sevinci, aynı hedefi, aynı gayeyi taşıyanlar bu felaketler karşısında kenetlenirler. Tabi, millet olabilmiş ise yani, “Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden meydana gelen cemiyet”ler her zorluğa göğüs gererler ve bölünüp parçalanmazlar.
Bu millet büyük saldırılara maruz kaldı, büyük savaşlar yaşadı, büyük musibetlerle karşılaştı, herkesin; tamam, şimdi bittiler, dedikleri dönemlerde küllerinden doğabilmiştir bu millet.
Elbette ki bizim 84 milyon olarak her bireyin millet şuurunu yakaladığımızı iddia etmiyorum ve tabi ki bizim asla huzura ermemizi istemeyen, üstelik kardeş bellediğimiz vagonlar dolusu insanımız, vatandaşımız! vardır.
Ancak,
Depremlerde milletimizin yardıma koşma yarışı var ki Ramazan’da iftara yetişme şevki gibi. Geçmişte gördüğümüz liyakatsiz idarecilere rağmen bu hayırlı yarıştan vazgeçmedik. Milletimiz o dönemin yöneticilerine güvenmediği halde zor gün dostu olarak yardımdan bir adım geri kalmadı.
Ya şimdi?
Şimdi durum çok daha farklı. Bütün dünya bir pandemi ile savaşıyor.
Batılı ülkelerde insanlar parklarda tedavi edilmek için doktor beklerken ülkemizde vatandaşlar maşaallah 5 yıldızlı otel konforunda hastahanelerde tedavi oluyorlar.
Bundan 17 yıl öncesine kadar normal dönemlerde bile hastahane kuyruklarından bizar olan vatandaşlarımız, bu küresel salgında ne hastahane ne yer ne doktor ne ekipman ve ne de hastahane masrafı gibi bir sorunla karşılaşıyor. Çünkü ülkede hem hizmet sektöründe büyük yatırımlar yapıldı hem de vatandaşın tedavisinin bedelini devlet üstlendi.
Kılıçdaroğlu’nun, “Böyle hastahaneler yapıyorsunuz da ya vatandaş hastalanamazsa..?” itirazına rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iktidara geldiği günden itibaren vatandaşın sağlığını önceleyip gereğini yapmak için kolları sıvadı. O gün sıvanan kollar bugün vatandaşın havada tuttuğu kollar olduğunu da hatırlatalım.
Dolayısıyla vatandaş devletine güveniyor.
Vatandaş Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yani iktidara inanıyor ve güveniyor.
Vatandaş bu bela ile mücadelede devletinin yanında ve Sayın Erdoğan’a güven dolu.
Hatalar, aksaklık ve eksiklikler olmaz mı?
Her zaman mümkün.
Ama kadirşinas olmak yöneticilerin amacını bilmekle de alakalıdır. Bu yüzden vatandaşlar gördükleri kahir ekseriyetiyle iyilikleri nadiren karşılaştıkları aksaklıklardan dolayı görmemezlik etmiyor.
Kadirşinas demem, kıymet bilen, fedakâr demem bundandır bu millete.
Peki, yekpare böyle miyiz?
Elbette ki hayır.
Bir ŞER CEPHESİ daima vardır ve var olacaklardır. Onları da sonraki yazıya bırakalım.