Milletimizin Ayasofya hasreti sona eriyor
Asırlarca bir cami olarak hizmet veren Ayasofya, 1934’te bir kararname ile müzeye çevrilmişti. Türk halkı, 86 yıl sonra Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesi için yapılan hayırlı gelişmeye olumlu bakıyor.
Mehmet Nuri Yardım
İstanbul Fethi’nin sembol yapısı Ayasofya Camii, Türkiye’nin biricik gündemi. Aslında çok uzun yıllardan beri hep gündeme gelmiş, konuşulmuştur. Hakkında şiirler yazılmış, yazılar ve kitaplar kaleme alınmıştır. Asırlarca bir cami olarak hizmet veren Ayasofya, 1931’de ibadete kapatılmasının ardından 1934’te bir kararname ile müzeye çevrilmişti. 89 yıldan beri bir mabet değil. Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesiyle ilgili hazırlıklar, aziz milletimizi büyük bir sevince sürüklemiştir. Toplumun büyük bir kesimi, bu hayırlı gelişmeye olumlu bakıyor. Aydınlar, gazeteciler, sivil toplum kuruluşları, partiler ve en önemlisi halkımız, yapının aslî hüviyetine kavuşacak olmasına yürekten destek veriyorlar. Uzlaşma büyük ölçüde sağlanmıştır.
İki Manevi Temel: Ezan Ve Kur’an
Evet Ayasofya hep gündemde olmuştur. Ben yaklaşık 50 yıldır Ayasofya hakkında yazılanları okuyorum. Daha öncesi de var. Esasen geçmişte müzeye çevrildikten sonra mabede ilgi giderek artıyor. Peki bu sıradan bir cami midir? Hayır! Fethin sembolüdür. Büyük şairimiz Yahya Kemal, İstanbul’un işgal yıllarında yazdığı “Ezan ve Kur’an” yazısında devletimizin temellerinden bahsederken, “Gerek Hırka-i Saadeti, gerekse Ayasofya’yı gezdikten sonra anladım ki, Osmanlı Devletini ayakta tutan şey, Hırka-i Saadet’te okunan Kur’an’la, Ayasofya minaresinde okunan ezanlardır.” 1922 yılında yayınlanan bu yazıda “Bir gün Ayasofya minaresinden ezan okunduğunu işittim.” diyen Beyatlı, 1453 yılından beri günde beş defa okunan çağrıdan çok etkilenir ve “Bu ezanı dinlerken Fatih’i asıl mânasıyle ilk defa idrak ettim!” der. Yahya Kemal, Kur’an ve ezanın Mehmetçiğe en büyük moral kaynağı olduğunu belirttiği yazısını şöyle tamamlar: “Eskişehir’in, Afyon Karahisar’ın, Kars’ın genç askerleri siz bu kadar güzel iki şey için döğüştünüz.”
Şairlerin Ayasofya Sevdası
Birçok şairimiz Ayasofya hakkında birbirinden mükemmel şiirler kaleme almıştır. Onlardan Arif Nihat Asya birkaç şiire imza atmıştır. Bayrak şairimizin hüznünü yansıtan “Ayasofya’da Ezan” dörtlüğü şöyledir: “Dünyâ hıristiyanlarının ünlü ma’bedi,/ Gönliyle, ihtidâ ederek, oldu mühtedi/ “Teslis”e seslenip yücelerden -ufuk ufuk- / “Tevhîde gel!” deyince Ezân-ı Muhammedî” Osman Yüksel Serdengeçti ise “Ayasofya”ya seslenir: “Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!/ Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi, / Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!../ Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?/ Hani minarelerinden göklere yükselen,/ Ta maveradan gelen ezanlar?..” Serdengeçti, daha sonra Ayasofya’nın cami olarak yeniden açılacağı ümidini taşıdığını belirtir mısralarında. Şairlerimizin Ayasofya sevdası hiçbir zaman eksilmez, aksine artar. Türkiye’de 1950’den itibaren Ayasofya hakkında yazılmış yazıların, kaleme alınmış şiirlerin haddi hesabı yok. Bütün bunlar bir araya getirilse kocaman bir ansiklopedi ortaya çıkar.
Ey ulu mabedimiz
Bu şairlerimizden biri de merhum Mustafa Necati Bursalı’dır. “Ayasofya” başlıklı şiirinde yüreğindeki özlemi şu mısralarla dile getirir: “Ey ulu mabedimiz, ey bahtsız Ayasofya!/ O şanlı devirlerin şimdi oldu bir rüyâ./ Nice bin dert ile âh, doludur kalbin senin,/ Mâtemlerle örülmüş ne hazîn çerçevesin!../ Birgün olup minâren gelmeyecek mi dile?/ Ne zaman coşacaksın Allah Allah sesiyle.” Fethin nişanesi olan mabedin bir sessizliğe bürünmesi şairimizi can evinden vurur, mabedin aslına dönmesi için Allah’a yakarır: “Kur’ân aşkıyla yanan bülbül sesli Hâfızlar,/ Mâtemini çekmede her lahza ağlar, sızlar!../ Elvermez mi bu mâtem, elvermez mi bu hicrân?/ Senin için yanıyor yüzbinlerce Müslüman!../ Hayâlim ürperiyor, bu ne hüsran Allah’ım?/ Bilmiyorum ne zaman olacaktır sabahım…/ Ümmet-i Muhammed’in tut elinden Yâ Rabbi!/ Lütfûnla nazar eyle bizlere sen Yâ Rabbi!..”
Aruzun iyi şairi Memduh Cumhur da “Fetih Câmii Ayasofya” başlıklı dörtlüğünde inananların hislerine şu mısralarla tercüman olur: “Ebedîleşen fetih mûcizesinde, her nazarda;/ Ezelî Muhammedî hikmeti âşikâr görürsün./ Dede’nin ferahfezâsıyla kanatlanan cihanda;/ Ayasofya’dan ezan sesleri yükselince hürsün.” H. Tevfik Paksu ise ağlayan gönlünün en büyük hasreti olan Ayasofya’nın bir gün mutlaka kurtulacağını ve hasretinin dineceğini söyler: “Ey Ulu Fatih’imin mukaddes emaneti/ İmân ehli gençliğim sana sahib olacak”
Nazım Hikmet de yazdı
İstanbul’un fethi ve Ayasofya’ya sadece millî ve manevî değerlere sahip olan şair ve yazarlar sahip çıkmadılar. Meselâ Nâzım Hikmet de henüz 20 yaşındayken bir Fetih Şiiri yazar ve burada Ayasofya’yı anar. Şiirin başlığı, “Sekiz Yüz Elli Yedi”dir. İlginç bir başlık. Şairin şiire başlık olarak seçtiği bu rakam, İstanbul’un fethinin hicrî tarihine, yani miladi 1453’e tekabül etmektedir. Şiiri okuyalım: “İslâm’ın beklediği en şerefli gündür bu;/ Rum Konstantiniyye’si oldu Türk İstanbul’u!/ Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi,/ Türk’ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi/ Girdi “Eğrikapı”dan kır atının üstünde/ Fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde!/ O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!/ “Belde-i Tayyibe”yi fetheden padişahın,/ Hak yerine getirdi en büyük niyazını:/ Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını./ İşte o günden beri Türk’ün malı İstanbul,/ Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul.”
Ahmet Kabaklı’dan Fatih Duası
Merhum Ahmet Kabaklı, “Yâ Vedûd Sultan Fatih ve Ayasofya” yazısına şu satırlarla başlar: “Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi, o fethin Avrupa’yı Türklüğe açmak gibi bir timsal değeri taşıması ve bu ulu mabedin cami yapılmasındaki ilahi mana, 547 yıl, bizim iman kaynaklarımızdan birisi oldu. O manaya, o ilahi gerçeğe elbet bir gün döneceğiz, yanlış günler, yanlık hükümler sizlerdeki ümit ve inancı zedelemesin.” Kabaklı Hoca yazısını şöyle bitirir: “Sultan Mehmed orada iki rekat hacet namazı kılıp, ta dünya yıkılıncaya değin bakımlı ve mağrur ol deyu dua eyledi.”
“Aziz Bir Kitap Gibi Açılacak”
Şairler Sultanı Necip Fazıl Ayasofya hitabesinde “Ayasofya Türk’ün kapanık bahtıyla açılmalıdır. Ayasofya açılacak. Aziz bir kitap gibi açılacak.” diyordu. “Türkler için Ayasofya, İki Kıta ve İki Deniz’in Sultanı olarak bilinen Fatih’in bir armağanı ve bir emanetidir” diyen Nazif Gürdoğan’ın temennisini bir dua gibi paylaşmak istiyorum: “Bütün dünyanın yitirdiği kutsal kültürün, hiçbir zaman batmayan güneşi, Fatih’in Ayasofya’sından doğacaktır.”
Bediüzzaman’dan Mehmed Şevket Eygi’ye kadar yüzlerce ilim, fikir, sanat ve din adamının hep hasretiydi Ayasofya. Türkiye’de çok küçük bir azınlık karşı çıkıyor açılmasına, “Efendim ihtiyaç yok, hemen yanında Sultanahmet Camii var.” bahanesine sığınıyorlar. Bu büyük bir aldatmaca ve kandırmacadır. Yaklaşık 20 sene boyunca Cağaloğlu ve Çemberlitaş’ta çalıştım. Çevredeki bütün camileri biliyorum. Bilhassa Cuma günleri halkımız, camilere sığmıyor. Ara sokaklardaki yollar ve caddeler namaz kılan vatandaşlarımızla dolup taşıyor. Hele kış günlerinde bu büyük bir zorluk teşkil ediyor. Ayasofya’nın açılmasına en çok bu civarda çalışan esnafımız ve semtte yaşayan halkımız sevinecektir.
Menderes, Özal ve Erdoğan
Kolay lider olunmuyor; her lider de milletin sevgisini kazanamıyor. Merhum Adnan Menderes, birçok hizmetinin yanısıra serbest bıraktırdığı Ezan-ı Muhammedî ile yâd ediliyor. Rahmetli Turgut Özal da kalkınma hamlelerinin yanında 141, 142 ve 163. maddeleri kaldırtarak Türkiye’de fikir ve inanç hürriyetinin önünü açtı, tarihe geçti. Türkiye’yi dünyanın en itibarlı ülkeleri arasına katan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da, yıllarca uygulanan başörtüsü yasağını kaldırtarak milletimizin büyük sevgisini kazandı. Şimdi bu teveccühü, inşallah Ayasofya’yı da cami olarak açarak taçlandıracaktır. Eskilerin tabiriyle Ayasofya’nın açılmasının “vakt-i merhun”u yani zamanı artık gelmiştir. 83 milyon insanımız, Türkiye dışındaki bütün Türkler ve İslam âlemi, âdeta nefeslerini tutmuş bu müjdeyi, bu hayırlı haberi Cumhurbaşkanı’mızdan bekliyorlar. Hem de büyük bir ümit, heyecan, sevinç ve sabırsızlıkla…
Ürperdi hayâlim, bu nasıl korkulu rüya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun. Ayasofya?..
Çöller gibi ıssız, ne hazin ülke muhitin,
Yâd el gibi, yurdunda garib olmalı mıydın?..
Beşyüz senelik bezmine ermekti ümidim,
Çöller gibi ıssız, seni ben görmeli miydim?..
Bayram, Ramazan, Cum’a, mübârek gecelerde,
Avize değil, mum bile yanmaz mı içerde?..
Gâşyolmuş İbâdetlere hayrandı felekler..
Tekbirine ses verdi, asırlarca melekler..
Coşmaz mı denizler gibi, yâdındaki âlem?..
Göklerde melekler, tutuyor hep sana mâtem..
Yâdında bin üçyüz senelik menkıbeler var.
Her menkıbe, hicrânına mâtem tutar, ağlar!.
Beş yüz sene âlem, seni tehdid ediyorken,
Devler gibi düşmanlara, meydan okudun sen!..
Târihimin ömründe, gönüller dolu güldün,
Çılgınca esen, bir acı rüzgârla döküldün!..
Paslanmada! Altın yazılar, âh! O eserler.
Kabrinde kan ağlar, bunu gördükçe (Kazasker)..
Fâtihleri ağlatmada, hâlin, Ulu Mâbed..
Yâdın, kanar imânlı gönüllerde müebbed!…
Gamlı renklerle örülmüş, ne hâzin çerçevesin,
Bir yıkık türbe mi, virâne misin, yoksa nesin?
Bak, hayâlimdeki âlem, geliyor vecde yine,
Gözlerim daldı; sütunlarla (Fetih Âyeti) ne!..
Muhteşem âbidesin: Dinimin ulviyetine,
Remz idin, beş asır ecdâdımızın şevketine!…
Aldı senden beş asır, azmine kuvvet kaleler..
Yine hep, aynı tehassüsle yücelmiş kuleler..
Nerde: Yandıkça, Süreyyâlara dehşet vererek,
Coşan âvizelerinden yayılan: Binbir renk!..
Çan sesinden, seni kurtarmış ezanlar nerde?..
Hani bülbül gibi Kur’ân okuyanlar nerde?
0 ezanlar, bütün İslâm’a şerefler verdi,
Sanki her pencere, lâhuta bakan gözlerdi!..
O ilâhî yüce sesler, yine gelmez mi dile?
Şimdi artık, işitilmez mi, sönük nağme bile?
Şimdi Cennet, sana sermez mi yeşil gölgesini?..
Şimdi hûriler, işitmez mi ilâhî sesini?..
Nice bin hâtıra, gönlümde coşup canlanıyor..
O ne parlak görünüş! Sanki hayâlim yanıyor!
Hutbeler çağlamaz olmuş, şu yeşil minberden,
Gamlı bir gölge yayılmakta bugün, her yerden!
Gizli bir âh ile artık yanar ağlar mı için?..
Nice bin derdile kalbin doludur çünki senin!
Hangi eller, sana akşamları, zinci vuruyor?
Yüce feryâdını, kimler boğuyor, susturuyor?..
Sen, ne âlemleri gördün, ne ömürler sürdün..
Batı dünyasına dehşet saçıyorken daha dün.
Gizli kurşunla, habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada karşında düğün’…
Dehre meydan okuyan, koskoca tarih, nerde?’..
Ülkeler fetheden erler, yüce (Fâtih) nerde?..
Seni Tevhide kavuşturmanın aşkıyla yanan,
O şehir orduların, döktüğü seller gibi kan,
Heder olmuş mu desem? Ah! Dilim varmaz ki,
Bugün onlar bile, mâtem tutuyorlar. Belki!
Bugün ağlattın eminim, ölüler âlemini,
Kerbelâ tutsa gerektir yeniden mâtemini!..
Tek ziyâretçin olan gün de yol almış gidiyor,
Muhteşem kubbeni, zulmette nasıl terkediyor?’..
Cemiyetlerden uzak; çölde mezâr olsaydın,
Orda billâhi, mezarlar bile senden aydın!..
Çöllerin, Ay-Güneş, en hisli ziyâretçisidir,
Hilkâtin Arşa çıkan zikrini her an işitir!
Şu perişan denizin inlemesinden duyulan!
Hıçkırıklarla boğulmuş, tutuşan bir hicran!..
Çağıdır ağlamanın, ey Ulu Mâbed, ağla!..
İntikam aldı firenkler, seni ağlatmakla!..
Dostun ağlarken, o bir yanda da düşman gülsün,
Kanamıştır yeniden kalbi, hazin (Endülüs)’ün!..
Bu elim fâcia, billâhi, yürekler acısı,
Müslüman Türkün evet şimdi bu en kanlı yası!..
Ey derin fâcia, manzumeye sen sığmazsın,
Tutuşup yanmada kalbim, seni târih yazsın!..