Millete ofis ve çakar lamba
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin önemli ve çarpıcı başlıklarından biri de her milletvekilinin kendi seçim bölgesinde ofis açacak olmasıydı. Gazetelerimiz önemli haber olarak verdiler.
Bizler de bazı ülkelerde örneğini gördüğümüz bu doğru uygulamanın gönüllü propagandasını yaptık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın verdiği talimata göre milletvekilleri haftada 3 gün Ankara'da, kalan 4 gün ise seçim bölgesinde tesis edilen ofisinde bulunacak, vatandaşlarla görüşecek ve çalışmalarını bu ofis üzerinden yürütecekti.
Milletvekillerinin danışmanlarından biri bu ofiste görevlendirilecek ve vekil ofiste olmadığı zaman vatandaşla danışmanı görüşecekti.
Açılacak ofislerde sekretarya görevini yürütecek bir çalışanın olmasının yanı sıra gelecek vatandaşların ağırlanması için toplantı odası, çay-kahve servisinde bulunulacak mutfak gibi bölümlerin de yer alması planlanıyordu.
Bu ofisler sayesinde vatandaş, herhangi bir talebi varsa, bu ofislere giderek milletvekilleri veya danışmanına doğrudan aktarabilecekti.
Hatta AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Hamza Dağ, vekillerin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın projesi olan ofis sistemi ile vatandaşın sorunlarını daha iyi takip edebileceğini dile getirerek şöyle demişti:
“Ofis uygulamasıyla millet ile milletvekili arasındaki diyalog daha da gelişecek. Sadece seçim dönemlerinde açılan ofislerin hep açık kalacak olması milletvekillerimizle buluşmamızı kolaylaştıracak. Vatandaşın Ankara köprüsü daha sağlam olacak."
Cumhurbaşkanı Erdoğan da yeni dönemde seçim listelerinde bulunan vekillerden, seçim bölgelerinde ofis açması için “taahhüt aldık” demişti.
Öyle ki vekiller, ofislerindeki çalışmalarıyla ilgili de her hafta genel merkeze rapor verecek. Bu raporların da takibi yapılacaktı.
Kaç vekil bu taahhüdü yerine getirdi bilemiyorum. Haftanın 4 günü ofislerinde çay, kahve ikramı eşliğinde seçmenlerinin sorunlarını dinleyen ve onlarla vakit geçiren vekiller oldu mu?
Kısacası vekillerimiz, haftanın 4 günü seçim bölgesine gidip milletin sorunlarını dinlediler mi? Ve bunları genel merkeze rapor olarak sundular mı?
Ne var ki onlar kendilerine ayrıcalıklar sağlayacak yasa teklifleriyle gündemde yer bulabildiler.
Sağlıktan, devlet protokolüne, kırmızı pasaporttan, trafik düzenlemelerine kadar pek çok konuda kendilerine imtiyazlar sağlayacak yasa tekliflerine imza attılar.
En son bir gece yarısı 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre sadece ambulans, itfaiye araçları, suç takibindeki araçları geçiş üstünlüğüne sahipken bu sıralamaya milletvekilleri de dâhil edildi.
Parlamenter sistemde de benzer ayrıcalıklar için yasalar çıkarılıyordu. Örneğin 2014 yılında yine buna benzer imtiyazları içeren bir dizi yasa teklifi sunulmuştu.
Yeterli kırmızı kan ve normal trombosit bulamadıkları için mağdur olan kanser hastaları olmasına rağmen vekiller implant hakkını arttırmışlardı. Keza ömür boyu sağlık hizmetlerinden yararlanma vs gibi ayrıcalıklar milletle bütünleşmenin yollarını maalesef tıkıyor.
Türkiye’de siyaset yapan insanların büyük çoğunluğu zengin, hali vakti yerinde olan insanlardır. Hatta küçük bir ilçe ya da il parti başkanlarının bile iş adamlarından seçildiği bir ülkede, bu zengin tabakanın meclisteki üç kuruşluk yemeğe ve bu türden ucuz ayrıcalıklara tamah etmesini anlayamıyorum.
Oysa vekillerimiz bu türden konularla gündem olmak yerine enerjilerini FETÖ davalarına harcayabilirlerdi mesela.
CHP’li belediyelerin işten çıkardığı mağdur insanların yanına gidip eylemlerine katılabilir, seslerine ses, güçlerine güç olabilirlerdi.
Diyarbakır’da nöbet tutan annelerin dertleriyle dertlenebilirlerdi. Diyarbakır vekilleri ofislerinde bu ailelerin yakınlarını misafir edebilir ve seslerini medyaya duyurabilirlerdi.
İçlerinde öğretmen var mı bilmiyorum? Eğitimde yaşanan mağduriyetlere yönelik MEB ile birlikte çalışma yapabilirlerdi mesela.
Birbirlerine hayırlı olsun ziyaretleri yapmak, düğünlerde, şık Ramazan sofralarında ve lüks mekanlarda görüntü vermek yerine daha mütevazi, daha halktan, daha çalışkan ve içten, kaliteli gündemlerle bizleri meşgul edebilirlerdi.