Mide boşalmadan kalp dolmuyor…
Geçtiğimiz
ramazanlardan birinde, bir arkadaşı ziyaretimde, ikramda bulunmak istemişti.
Oruçlu olduğumu söylediğimde, mahcup bir şekilde:
“Ben
tutamıyorum, acıkıyorum” demişti. Bende gülerek:
“Vallahi bizde acıkıyoruz, zaten
oruç acıkmak için değil midir?” diye cevap vermiştim.
Kul
oruçla acıkınca, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ama herkesin muhtaç olduğu
Rezzak-ı Hakiki'yi hatırlar, nimetleri için şükreder. 365 gün davet edildiği ubudiyete
daha ciddi cevap verir; namazından, okuduğu Kur’an’dan bedenin hafiflenmesinden
dolayı bambaşka bir lezzet ve feyiz alır. İnsan orucun sağladığı feyiz ve
bereket ile Bediüzzaman’ın söylediği şu hakikati daha iyi anlıyor: “Kalb, takva ile seyyiattan temizlenir
temizlenmez hemen onun ardında iman ile tezyin edilmiş ve süslendirilmiştir.”
Zekâtın ehemmiyeti için Bediüzzaman’ın şu tespiti de muhteşemdir: “A'mal-i kalbînin şemsi, imandır. A'mal-i
bedeniyenin fihristesi, namazdır. A'mal-i maliyenin kutbu, zekâttır.”
Oruç en
başta Allah emrettiği için tutulur ve acıkmak orucun verimli toprağı olur, o
toprak ise şükür meyveleri meydana getirir… İnsan zayıflığı ve acizliği ile
Allah’ın kapısına duayla, şükürlerle koşar ve acıkmayı, ihtiyacı anahtar eder;
ister… İster… Ve yalnızca O’ndan istemsi Allah’ı razı eder… Ramazanda Allah'ın kulundan istediği şey; kul
acizliğini ve fakirliğini anlasın, el açıp yalnızca Kendisinden istesin. İnsan Allah'tan istedikçe
büyür, zenginleşir. Başkalarına el açtıkça küçülür, fakirleşir... 11
ay fakir kalmayı seçmiş bir insana, Yüce Allah, Ganiyy-i Mutlak, bari ramazanda
servet sahibi olsun diye orucu emretmiş. İnsan oruçla öyle bir servet sahibi
olur ki; şükrü başka olur, fakirin halini anlaması bir başka olur ve cömertliği
dahi başka bir suret alır...
Oruç zenginlik, oruç bedenin müzahrefattan kurtuluşudur. Açlıkla açılan manevi kapılardan nerede ise hücrelerin ayak sesini işitir hale gelir. Şuur sahibi insan oruçlu midenin gurultusundan beynin gurultularını hisseder hale gelir; unutulmuş şeyleri tefekküre başlar... Mide açlıkla guruldamaz ise akıl ve duygular guruldamaz. Oruçla şuurun guruldaması Rahman ve Rahim’in ancak Allah olduğu hakikatine insanı vasıl eder. Midenin açlığı insan ruhuna sofra olur. O sofrada tüm hakikatler izan edilir. Allah için aç kalmaya başlanınca ruh dolmaya başlar... Doymuş ruh ise insanı Allah’a yakın eder. Oruç mideyi boşaltmakla kalbe Allah sevgisini doldurmaktır. Mide dolu oldukça kalbin ihtiyacı unutuluyor, mide boşalmadan kalp dolmuyor. Ve oruçla Allah’tan gayri şeylerle dolu olan kalpte tahliye başlar, gurur gider, kibir gider, Kur'an’a susamışlık artar, ulvi şeylere yer açılır ve çok halis olur... Boşalan kalbi Allah sevgisi ve iman öyle bir aydınlatır ki; karanlıkta kalmış olanlar hatırlanmış olur... Kur’an ayı olan ramazanda insan yeme ve içmeden bir emirle geri durduğu için melek gibi bir hal alır ve sanki Kur'an adeta yeni nazil oluyormuşçasına Hz. Cebrail (as) ve Hz. Peygamberden (sav)’den dinlercesine Kur’an okur, nuruyla aydınlanır...
Ramazanda mümin olan kimse, oruçla beşerin yüreği
olması gereken yetimi hatırlanmış olur. Oruçla muhtaç ve hastanın çekim alanına girer ve aç çocuklar çok kuvvetli
uyarıcı ses olur... İnsan oruçla 11 ay hakiki manada yapmadığı veya unuttuğu
hamt ve şükrü yerine getirir. Oruç kadar insanı terbiye ve ıslah edecek başka
bir kırbaç yoktur. En zengini bile aç bırakıldığında, tüm servetim bir lokma
ekmek ve bir yudum suyun yanında hiç hükmündeymiş diye düşünür... Lezzetlerin,
nimetlerin şükür için var olduğunu anlar ve elhamdülillah der. Evet, açlıkla mide guruldamasından şuur
guruldamasına geçmek, şuur guruldamasından tefekkür ve duayı konuşturmak ve
Kur'an'ın pırlanta ayetlerine teslim olmak. İlahi bülbül olan Kur'an'ın ruhu mest
eden kelimelerinde huzuru bulmak ne güzel bir şeydir... Allah kabul etsin.
Son sözü orucu harika bir şekilde
anlatan Bediüzzaman’a bırakalım: “İşte,
Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve
fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki
ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece
merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin
Firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir
arzu hisseder ve bir şükr-ü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır-eğer
gaflet kalbini bozmamışsa!”
“İşte Ramazan-ı Şerif'teki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır.”