Mezar ShowRoom!
Hastane, mezarlık, Meclis ve diğer resmi kurumlar.
Vaktimin
büyük bölümü buralarda geçiyor.
İlk
ikisi kalbimi tamir etmek, diğerleri
ise bozmak için ellerinden geleni
yapıyor!..
*
Hastanelerin
bilhassa “ağır hastaların” bulunduğu
kısımlarındaki samimiyet yüreklerinizi ısıtıyor.
Ölümün
nefesini enselerinde hisseden hastalar ve yakınları, “Her şeyin başı sağlık, sağlık olmayınca hiçbir şey olmuyor!”
derken, geçmişteki “güzel” günlerin
kıymetini bilemedikleri için “pişman”
olduklarını dile getiriyorlar.
Çok
güzel sohbetler oluyor buralarda.
“Diyelim ki, bu hastalıktan tamamen
kurtuldunuz. Tam mânâsıyla şifa buldunuz ve kıymetini bilemediğinizi
söylediğiniz eski, sağlıklı günlerinize geri döndünüz…
Kafayı yine boş işlere takar mısınız?
Yerli, yersiz endişelerle kendinizi
ve etrafınızı tüketir misiniz?
Kalp kırar mısınız?”
*
Çokları,
“Asla!” ya benzer cevaplar veriyor
bu sorulara…
Peki,
amansız bir hastalığa yakalandıktan sonra, Rabbim’in ihsanıyla şifa bulunlar
yok mu?
Olmaz
mı?
Çok.
Peki
onlar, “yeni hayatlarına” nasıl
devam etmişler?
Eski
vakitlerin vesveselerinden kurtulmuşlar mı?
Dünyaya
biraz daha az sarılmışlar mı?
Kalp
kırmayan kul olmuşlar mı?
İbadete
ibadet katmışlar mı?
Başlarından
geçenleri, mutlaka gelecek olan “hesap günü”ne hazırlanma şuuruna ermek
için vesile kılmışlar mı?
*
“Uyan ey gözlerim gafletten uyan,
Uyan uykusu çok gözlerim uyan!”
*
İnsanoğlu
yaşadıklarından pek de ders almıyor ne yazık ki.
Merhum
İstiklâl Şairi’nin “Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” diyerek işaret buyurduğu “geçmişteki hadiseler”den hisse
kapmıyoruz.
Tekrar
tekrar aynı tuzaklara düşüyoruz.
Bu
dünyada, gidip de gelmemek, gelip de görmemek var.
Karşımızdakini
son defa görüyor olabiliriz.
Bir
akrabanızı, arkadaşınızı son defa gördüğünüzü biliyor olsanız…
Kendisine
ne demek istersiniz?
Büyük
ihtimalle, hakkını helâl ettirmeye çalışırsınız.
Karşınızdakine
bakışınız değişir, bir “ölü” ile
konuştuğunuzu düşünürsünüz…
Oysa
hepimiz ölü sayılmaz mıyız?
Hiç
unutmam…
“Kanser
olup olmadığımın” tetkikinden, “temiz”
raporu gelince çok sevinmiştim.
“Şükretmek” güzel
de…
O
kadar da çok sevinmek niye?
Kanser
çıksaydı, “en fazla şu kadar ömrüm olduğunu”
düşünecektim.
Kanser
çıkmadığında ne kadar yaşayacağını nereden biliyorsun ey nefsim?
Belki
bir dakika daha, belki o kadar bile değil!
*
Bir
akşam, sosyal medya hesabımdan sordum takipçilerime:
“Sabaha çıkmayacağınızı bilseniz…
Yani bu gecenin dünyadaki son geceniz olduğunu bilseniz, ne yaparsınız?”
Kimi,
“Akşam akşam moralimizi bozdun abi!”
diye cevap verdi.
Kimi,
“Sabaha kadar namaz kılar, tövbe ederim”
dedi.
Kimi,
“çoluk çocuğun işlerini ayarlamaktan”
bahsetti.
Bana,
“Ya sen ne yaparsın?” diye karşı
sorular geldi.
“Bilemiyorum, hiç bilemiyorum!”
dedim.
*
Ağır
hastalığı bulunanlar, “tövbe” bilincine
en yakın insanlar.
Nasibi
olan tefekkür ediyor, hastalığı bir fırsat, bir nimet olarak görüp tevekkül
zırhına bürünüyor.
Kimileri
de, Allah muhafaza, “Bula bula beni mi
buldu, batsın bu dünya!” havasına giriyor.
Hastalık
aynı hastalık, mesele tevekkülde.
Teslimiyette.
Ah
bir teslim olabilsek!
*
Mezarlıklarda
bir aşağıdakiler var, bir de yukarıdakiler.
Aşağıda
küçük hesap yok, hesaplar çok büyük.
Yukarısı
ise…
“Ölmeyecek”miş
gibi.
Mezarları
süsleme işine çok önem veriyor yukarıdakiler.
Ziyarete
giderken, “Mezar ShowRoom” denilen
yerler görüyorum.
Çeşit
çeşit, model model, renk renk mezarlar!..
“Mezar ShowRoom!”
Şaka
değil, gerçek!..
*
Diriler,
ölülerinin diğer ölüler karşısında “ezilmemeleri”
için mi yöneliyorlar acaba, mezarda bile lükse!..
Vicdanlarını
rahat ettirmeye mi çalışıyorlar?
“El âlem ne der?” diye
mi düşünüyorlar, “statü”lerinin
altını mı çiziyorlar?
*
Kabir
ziyaretindeyken, mezar taşlarındaki “doğum
ve ölüm tarihlerine” bakar mısınız?
Merhum
ya da merhumenin kaç yaşında vefat ettiğini hesaplar mısınız?
Çıkan
rakamı kendi yaşınızla kıyaslar mısınız?
Mezardaki
sizin yaşlarınızdaysa moraliniz bozulur mu?
İleri
yaşlardaysa, “İyi, bak, benim daha çok
vaktim var!” yollu bir düşünce geçer mi kafanızdan?
Ne
kadar çok seviyoruz bu dünyayı.
Merhum
Yunus daha ne desin:
Dünya kadar derdimiz var,
derdimiz dünya olduğu için!..
*
Ayda
en az iki kez hastanelere, özellikle de ağır hastaların bulunduğu yerlere ya da
acil servislere uğrarsan…
En
az iki kez de merhumları, merhumeleri ziyaret edersen…
Bilhassa
da “taze ölülerin” bulunduğu
kısımlara gidersen, dünyaya tutkun biraz olsun törpülenir.
Ben
tecrübe ediyorum, iyi geliyor.
Galiba,
benim bu ziyaretlere olan ihtiyacım çoğunuzdan daha fazla…
Bizim
gibi, politika ve bürokrasi dünyasını takip etmek gibi bir “iş”in işçisiysen…
Hastanelere
ve mezarlıklara olan ihtiyacın çok daha fazla demektir.
Politika
ve bürokrasi dünyasındaki
ayak
oyunları, samimiyetsizlik, vefasızlık, hoyratlık, hodbinlik, ilkesizlik…
Rahmetli
Muhsin Yazıcıoğlu Başkan’ın işaret ettiği “fırıldaklık”
öylesine bozar ki kalbinizi…
Şifa
bulmak için, ya hastaneye kaçarsınız ya da ölüler âlemine!
Oralar
benim mağaralarım.