Mezar Çiçekçisi
Hem çok yaşlı, yaslı, hem çok genç, neşeli olabilir insan. Aynı gün, aynı anda. Kararı belli değil. Ömrün son ile ilk günü karışık. Inga ile ölüm hırıltısı düet yapıyor gün içinde. Oyuncak sepetinin dibine tam çömelmişken, bir baston kalkıyor koluma girer misiniz reveransıyla. Pamuk ellere nasır, ince bellere ağırdan kambur yerleşiyor. Göz açıp kapayıncaya kadar.
Herkes için. İlla olacak.
Bu dünyaya yaşlanırken... başka bir dünya için gençleşiyor muyuz?!
Günün birinde iyice sasılaşır pek çok tat. Lezzetler öyle on dördünde çıkıp gelemezler. Onlar da senden sıkılır ve tekrar edilmekten yaşlanır. Dil eskir. Damak eskir. Denizin tuzu fazla atılmıştır, çayın şekeri az... Güneş gereksiz abanır bütün gün üstümüze. Ayın kamaşıp durmasına yeterince şaşırmak için önce bir süre düşünür ve olur ya vazgeçeriz hayret etmekten... Hayretler eskir. Bambaşka hayretleri arzulamaya başlarız gizliden. Buralarda yetişmeyen, olmayanı.
Gün bayatlar. Güneşe gitmekte geç kaldığı için ters bakarız. O güzelim bitişi, o ağır ağır yudumlanan hüznü bize çok gördüğü için. "Akşam oldu. Hüzünlendim ben yine" şarkısı dilimize ağır başlı bir zikir gibi dokunurken. Günün birinde! Uzaktan burnumuza çalan çöp kokusuna döner dünya. Aşkın bir gemiyle yol alırız.
İnsanın resmi ölümü ile sivil ölümü farklı tarihlere rastlar. Sivil ölüm; elinden geleni yapmamak, üretmemek, emeksiz ve süklüm püklüm yaşamak. Tüketerek. Tükenerek. "Ebter"imsi bir kuraklık. Resmi ölüm daha iyi. Hiç olmazsa bir adı var. Salası, yankısı, helvası, telaşı var. Cenazemizi kendimiz gezdirmek durumunda kalmayız hem o vakit. Birileri bulunur ve belki hiç olmadığı kadar omuzlar ve eller üstünde buruk bir popülizm yaşarız. İşte gelmişizdir sonsuzluk kapısına. Herkes deli kanlı giderken. Biz çürümeye uzanırız. Kalbimiz elimizde. Solmaz yanımız.
Fakat hayat henüz elimizde! Onu yaşayabiliriz. O gelecek için şimdiden bir şeyler yapabiliriz. Nasıl desem. Mesela ara geçiş koridorunun/berzahın iki yanını çiçeklendirebiliriz. Mezarımıza; kendi ellerimizle gül aşısı yapabiliriz. Ya da sevdiğimiz herhangi bir tohumu ekebiliriz...Papatya ve kır çiçeği. Sümbül filan da olur. Çimen de ne kadar kendisi olan bir çiçek. Karamsarlığı yeşil yeşil güldüren. Adı anılmayan, üstüne basıla basıla es geçilen sıçrama halısı. Aferin.
Öyle sanıyorum ki hayattayken yaptığımız ve niyetinden hedefine zayi etmediğimiz bütün güzel işler, basit veya değil bütün iyilikler(ihsan), iyileştirmeler(ıslah), onarmalar, yakından uzağa yetişebildiğimiz kadarıyla çevremizin eksiğini gediğini gidermeler ve varsa özellikle yetiştirdiğimiz insanlar, evlatlar, soyluluk soyumuz, baktığımız canlar, bir okula kaydedinceye kadar ellerimizde büyüttüğümüz pispaslar, kendilerine durduk yerde savaş açmadığımız ve hep iyi davrandığımız böcekler ve bizi ezip geçen karıncalar, kaldırım işgallerine hürmet ettiğimiz güvercinler, dirseğimizi çarpınca özür dilediğimiz duvar, ürettiğimiz, herhangi el, akıl, kalp emeği, dil, parmak, kalem emeği eserlerin hepsi birer tohumdur. Çiçektir. Belki ağaç...Belki yaprakları buluta değip kaçan dal...Belki salıncak kurulan ve çocuk ruhları sallayan bir budak...
Mezarımızı şimdiden süsleyebiliriz diyorum. Yorgun bedenimiz o bahçenin alt katına uzandığında, üst katta kalmış emeklerimiz, eserlerimiz; vızır vızır gönüllerin bir gidip bir geldiği, durup eğleştiği, söyleşip ağlaşıp gülüştüğü bir gönül evi, bir tekke olabilir. Kendi mezarımızın bakıcılığıdır bir bakıma, şu yaşadığımız diri günler ve geceler. Yaptığımız ve yapacağımız bütün güzel işler.