Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
19 Aralık 2021

​Mevlâna'ya yabancı ama!

1926’da Türk Musiki Cemiyeti’nin bütün faaliyetleri durduruluyor. Türk müziğine uygulanan bu yasaklama tastamam 50 yıl sürüyor.

Hani “Batılılaşacağız” diyerek “Batıcılaşma” saplantısının din-iman sayıldığı o meş’um dönem var ya, işte o dönem bu milletin yüreğinden, kültür ve örfünden, destan ve kahramanlıklarından neşet eden müziğini de kültürünü de dilini de harflerini de kitaplarını da yasakladılar.

Ama aynı tarihte adeta taptıkları Batı’nın Müziği kurumlarda, evlerde, lokanta ve kahvehanelerde, barlarda, pavyonlarda yankılanır oldu. Millet tanımadığı, müzik damağına uymayan bu gürültüyü dinlemek zorunda bırakıldı. Batı Müziği’nin her türlü faaliyetlerinin önü açılıyor, destekleniyor, teşvik ediliyordu.

Atatürk, Sarayburnu'nda dinlediği icra ve yorum olarak kötü bir musıki ekibine sitemle söylediği: "Bu musıki bizim heyecanımızı ifade etmekten uzaktır" sözü Batıperestler için bulunmaz gerekçe olmuştu. Bu sözü gerekçe gösteren Batıcılar, bir süre sonra Türk musıkisini radyolarımızdan kaldırdılar.

Bu uygulama uzun süre devam etmişti.

Atatürk’ün “yanlış anlaşılan” o sözünden sonra müziğimizin dışlanmasına ilişkin karar 1926'nın 25 Ekim'inde o sırada İstanbul Valisi olan Muhittin Üstündağ tarafından açıklanır:

Alaturka musikiye elveda! Resmî müesseselerde alaturka musiki ilga edildi, artık bu musikiden tarih derslerinde bahsolunacaktır…

Vali Üstündağ’ın açıklaması resmi bir açıklamadan öte, karardan duyduğu sevinci gösteriyor. 50 yıllık gaflet ve dalalete bir Allah’ın kulu itiraz etmiyor ve ancak 1976’da yeniden Türk Musiki Cemiyeti ile ilgili ucube yasak kaldırılıyor.

Batıcılık, değerlere yabancılaşma

Bu yabancılaşma serüvenimiz bütün değerler için söz konusuydu. Batıcılar, en önemlisinden en önemsizine kadar “bize ait ne varsa” ona düşman oldular. İnsanımıza, örfümüze, adetlerimize, kültür ve inancımıza yabancılaşalım ve bu değerlerimize düşman olalım istediler.

Mesela,

Bu ülkede ırkçılık boyutuna vardırılan Türkçülük ideolojisinin tutması için idam sehpaları kurulurken Anadolu insanına Dante tanıtılıyordu ama öz be öz Türk olan Farabi tanıtılmadı, İbn Sina tanıtılmadı, Hemedanî, Yusuf Has Hacip ile ilgili bilgiler karartıldı. Bu ülkenin evlatlarını iftihar edeceği filozof, ilim ve irfan ehli atalarını tanımaktan mahrum bıraktılar.

Düşüncesini, felsefesini anlamadıkları Yunanlı Aristo’yu tanıtırken, Muallim-i Sani Farabi’ye ambargo uyguladılar. Mozart’ı göklere çıkarırken, bizden olan ve “ses teorisi”, “ses aralıkları” konusunda dahiyane bilgileri ortaya koyan ve insanlığa sunan Farabi’nin bu konudaki eserleri Türkçe’ye tercüme edilmedi.

Dünyada felsefesi ile birlikte tıp alanında asırlarca başucu kitabının sahibi İbn Sina’ydı. Ama bürokratlarımızın İbn Sina hakkındaki bilgisi “Koca-karı” türü tedavici biri dışında bir bilgisi olmadı çünkü onu okumadılar.

Bu değerlerimizin üstünün örtülmesinin sebebi açıktı: Cumhuriyetin genç nesli Müslüman bilgelerle, bilginlerle tanışmasın ve kendi milletini, inancını ezik, işe yaramaz olarak öğrensin ve böylece kölesi olduğumuz Batıcılığa ram olsun.

Mevlana’yı tanıyor muyuz?

Geçtiğimiz Cuma akşamı Şeb-i Arus idi. Gönüller Sultanı Mevlana Celaleddin er-Rumi’nin vefatının 748. yıldönümüydü. Bu ülke 1940’lı yıllarda eğitim ve kültür alanında öyle yabancılaşma politikaları güttü ki halkın kahir ekseriyeti tarafından bu yüce gönül insanı, “Ha, Konyalı Mevlana” olması dışında başkaca bir vasfı ile tanınmadı. Hala insanımızın Mevlana’ya dair bildikleri tek şey: Ne olursan ol yine gel! sözünden ibarettir. Oysa dünyanın dört bir yanından bu büyük mutasavvıf ve mütefekkirin eserlerini okuyarak İslam dini ile şereflenmiş binlerce, on binlerce insan var.

Mevlana’yı, Mesnevi’yi bilmeyen, tanımayan bu milletin evlatları, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları tarafından yapılan çevirilerle, sergiledikleri oyunlarla, arpalıklarından beslediklerinin çevirdikleri “dolaplarla” Romeo ve Juliet’i, William Shakespeare’i çok iyi öğrendi. Kültür Bakanlığı para harcamadığı lüzumsuz iş bırakmadı lakin ciddiye alabileceğimiz, milletin hayranlıkla izleyebileceği bir dizi, bir film, farklı bir yapıt ortaya çıkarmadı.

Selçuklu ve Osmanlı muvaffak olduysa biz de dünyaya örnek olabiliriz;

Değerlerimize sahip çıkarak,

Ama önce değerlerimizi tanımakla işe başlamalıyız.