Metin ile hayat arasında
Geçen yazımda bir anlamda teorik ve felsefi altyapı oluşturulmadan, onların oryantasyonu olan tikel sorunlar (gündelik hayat) halledilmeye çalışılırsa, bunun geçici, anlıksal olacağını belirtmiştim. Geçicilik duygusundan kurtularak bir yönteme ve ilkeye ulaşılmak isteniyorsa, yapılması gereken daha ciddi çalışmaktır. Yöntem olmazsa, hakikati gözden kaybetmek üzere hamaset hemen devreye girer.
Müslüman toplumlarda metin ile hayat arasındaki ilişkide iki problem kendisini göstermektedir. Birincisi, Müslümanlar temel islami metinlerden bir ayet ya da hadis okuyunca meselenin çözüleceğini düşünüyorlar. Bu durum, Hasan Hanefi’nin metinle realite ilişkisine atıfla tartıştığı bir problemdir. Burada mentalite ideadan hayata doğru işlemektedir. Fakat bu ideanın, hayat içerisinde neşvü nema bulma şansı nedir? Bu genelde pek düşünülmeyen bir husustur. İşte tam da bu sebeple, sürekli temel islami metinlerden pasaj pasaj alıntı yapıldığı halde, Müslüman toplumlarda bunların karşılığının oluşamadığından şikayet edilmektedir.
Aslında bu konuyu daha önce “ilahiyat ile sosyoloji arasında”ki yazımda analiz etmiştim. Şimdi alt yapıda “ihtiyaç” kavramının içeriği dönüştürülmüş, ihtiyaçlar sınırsız addedilmiş ve tüm dünya tüketim toplumu haline getirilmiştir. Tüketim bugün insanı kimliklendirme aracıdır. Yani tükettikleriyle toplumda bir varlık sahibi olmaktadır insan. Uzağa gitmeye gerek yok, 1980’lerden bu yana değişimi bir gözleyin, bunu hemen göreceksiniz.
Müslüman toplumlar da bu tüketim kültürü içinde ve bu zihniyeti benimseyerek yaşıyorlar. Kimse kimseyi aldatmasın. Böyle bir zihniyet, önünde solcusu islamcısı bırakmadan herkesi bir biçime getirmiştir. İşte bu sebeple sıklıkla kapitalizmden bahsediyoruz. Ancak müslümanların maalesef kapitalizmle hiçbir hesaplaşması olmadığı gibi bunları tartışmayı solun fantezisi sanıyorlar. Bugün emperyalizm ve kapitalizmden bahsetmeden, hiçbir şeyi ciddi olarak konuştuğumuzu zannetmeyelim. Biz bunları tartışınca hayatın dışında görülüyoruz. Halbuki bugün şikayet ettiğin tüm unsurlar, yaşam kalitesindeki düşüşten sömürgeye kadar gündelik hayatta yaşanan sıkıntılar birebir bununla ilintili.
Böyle bir tüketim kültürü içinde yaşayan Müslümanlar, ihtiyaç ve tüketim kavramlarına çarpık biçimde bakmaktan kurtulmadıkları sürece çok şikayet edecekler daha. Jean Baudrillard’ı lütfen okuyalım. Baudrillard’ın attığı çığlıkların, insanlık adına size islami metinlerde karşılıklarını tek tek gösterebilirim. Ama Baudrillard’dan bahsetmek hayat dışı oluyor.
Bunun bir sonucu olarak idea ile hayat arasında ciddi bir mesafe açılıyor. İşte ikinci sorun da tam bu noktada neşvü nema buluyor. Bu mesafede dindar olmakla yani idealara uymakla hayatı yaşamak birbirinden kopmayı gerektiriyor. Bir başka deyişle, dindar olmanın pratikleri ile hayatın pratikleri arasındaki mesafe, ikisinden birisinin tercihini zorunlu kılıyor. İşte bu sebeple, dinin hayat karşısında pratikteki zayıflığı daha çok görünür olmaktadır. Bunun anlamı, dinin hayata cevap verme kapasitesindeki düşüştür ve bu özelde tamamen müslümanların düşünsel üretimleriyle ilintilidir.
Tabii bu mesafe, “dini görünümlü dünyevilik” ile “dünyevi görünümlü dinsellik” gibi farklı problemli profilleri toplumda görünür kılmaktadır. Öyle ki, bir yandan dünyaya haris, dini araçsallaştırmış dindarlıklar; diğer yandan kutsal görüntüsü kazanmış dünyevilikler dikkat ederseniz bugün çok farklı kesimlerin şikayet konusu haline gelmiştir.
Metin ile hayat arasındaki dengede insan kurulur. Metinler birer tohum gibidirler; onların neşvü nema bulması kelimelerin ateşten koruyuculukları kadar, hayata yeni bir zihniyetle bakmayı gerektirir.