‘Metafizik bataklık’
Metafizik yani fizikötesi, tarih boyunca insanların ilgisini çekmiş ve belki de etkileri itibarıyla şehadet (fizik) âlemden geri kalmamıştır. Hatta metafizik, önemli bir tartışma konusu olarak varolagelmiştir. Esasen metafiziğin, sadece Arsito’dan bugüne kadar değil, dinler üzerinden konuşacak olursak insanlık tarihi kadar uzun tarihini görebiliriz.
Birçok bilimin ve kabul edegeldiğimiz yargıların temelinde de bazı önkabuller vardır ki, bunları doğanın kanunları şeklinde ifade etmektedirler. Fakat birçok önkabulün temelinde de metafizik denilebilecek kabulleri görmek mümkündür. Modern düşüncenin kurucusu kabul edilen hatta Hegel’in ilk modern insan olarak tanımladığı Descartes da, yaptığı tasnifte ağaç metaforunu kullanmakta; metafiziği ise ağacın kökleri olarak tanımlamaktadır.
Burada metafizik kavramını direkt felsefi çerçevesi üzerinde değil (şüphesiz felsefeye de değen boyutları vardır), daha çok bir yöntem, hakikat ile ilişki ve kesinlik üzerinden tartışmaya çalışacağım. Bu bağlamda Müslüman toplumlarda da gözlemlediğim iki temel hata üzerine konuşmak istiyorum.
Birincisi, hayatın her alanında temel belirleyiciler konusunda metafizikleştirme eğilimi. Metafizikleştirme kavramsallaştırması burada, direkt olarak yargıyı kutsallaştırma ve tartışılmaz kılarak temel kabuller arasına yerleştirme tavrını ifade etmektedir. Büyük oranda inancın ayrıcalıklı konumundan faydalanarak yöntemi ve tartışmayı dışarıda bırakıp, yargıyı kesin gerçeklik biçiminde sunma eğilimi olarak kendisini gösteriyor.
İkincisi de, ilkiyle yakın bağlantılı olarak ortaya konulan yargıları, bilgi, bilim ve fizik (şehadet) dünyasında doğrulamadan ve karşılıklarını aramadan, temellendirme gereği duymadan kesin hakikatler biçiminde sunmak. Özellikle inançların zaten doğru kabul edilerek ve kesin gerçeklikler olarak bir diğeri üzerinde tahakküm kurulması buradan kaynaklanmaktadır.
Müslüman toplumlarda metafizikleştirme şeklindeki anlayış, geldiğimiz noktada hem bilgi ve bilim üretmeyi dışarıda bırakmış; hem de dış dünya ile inançlar arasında ciddi mesafelerin açılmasını sonuçlamış; böylece dünya Müslümanların dışındaki kültür ve medeniyet daireleri tarafından domine edilmeye başlanmıştır. Bir takım arap ülkelerinin çok paraya sahip olmaları da dikkat edilirse, onların dünya sistemi tarafından yönetilmelerinin önünde engel oluşturamamaktadır.
Batı Ortaçağ’da tabiri caizse metafizik bir bataklığa saplanmıştı. Modern dünyaya geçişte, Batı özellikle bu bataklıktan çıkmak; açık ve bedihi yargılara ulaşmak için çaba göstermişti. Nitekim Francis Bacon, tabiata yönelip istikra yöntemini vurgularken bunu amaçlamaktaydı. Descartes, metafiziğe yer açmakla birlikte, açık ve bedihi olandan ilerleyerek şüpheyi bir yöntem olarak seçmişti. Norbert Elias’ın deyişiyle, Auguste Comte da sosyal olanın bilgisini metafizikleştirme eğilimlerinden arındırarak elde etmeye çabalamıştı.
Bugün metafizikleş(tir)me bağlamında iki manzarayı seyretmekteyiz. Birincisi, Batı dünyası, giderek metafizik alandan kopmuş ve bu anlamda fizik ile metafizik arasında meydana gelen açıklık, insan hayatında ciddi bir krizi beraberinde getirmiştir. Jürgen Habermas’ın son zamanlardaki çabalarını aslında bu açıdan iyi okumak lazımdır.
İkincisi ise Müslüman toplumların durumudur. Onlar da bütün boyutlarıyla metafiziğin temellükü altına girmişler; giderek her şeyi metafizikleştirmişlerdir. Bunun tabii bir sonucu olarak, yargılarını yeniden kontrol etmedikleri gibi temellendirme ihtiyacı da hissetmemektedirler. Neticede hayat ile dinin arasındaki mesafenin açıldığı bir kopuşa doğru hızla gitmektedirler. Tam da bu sebeple içinde bulunulan bu metafizik bataklıktan bir an önce kurtulmaları gerekmektedir.