Mesuliyet hareketi
İnsan kimliği veya kişiliği bilinmeyen meçhul bir varlık değildir…
‘Başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?’ der Kur’an.
Ne başıboş ne de rüzgârın veya selin önünde savrulan çerçöp misali gibi değil… Yeryüzünde halife olarak yaratılan insanın mesuliyeti olmaz mı?
Kulluğu ikame görevi mesuliyeti idrakle mümkün…
Dolayısıyla “İnsan bu meçhul’’ diyenlere inat “İnsan bu mesul’’ diyoruz…
O halde mesul olduğumuz şeylerle sürekli meşgul olmak zorundayız…
“Bizim hareketimiz mesuliyet hareketidir… Davamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakka uydurmaktır.’’ diyor Nurettin Topçu…
Bir araya geldiğimizde “Bana düşen görev nedir?’’ sorusunu soracağız,
birilerinin bir şey söylemesini beklemeden…
Sağa sola bakmadan, “sorumluluk ben de…’’
Tüm zamanlarda daimî üç görev bizi bekliyor;
Dikey görevimiz Allah’a karşı,
Bükey görevimiz nefsimize karşı,
Yatay görevimiz topluma karşı…
Sürecin getirdiği olumsuzluklara takılı kalmamız yanlış, çünkü son saate kadar sefer sorumluluğumuz var
“Devamul hal minel-muhal’’ (iyi ve kötü hiçbir hal devam edip gitmez) demiş büyüklerimiz…
Direncimizi bilemek, dinamiklerimizi korumak için
(4D) faktörüne dikkatinizi çekmek isterim;
Danışma şuurunu,
Dayanışma ruhunu,
Dayanma bilincini,
Davranış biçimini güçlendirerek işimize bakalım…
Duruşumuzu netleştirelim… Davetimiz ile yürekler dokunalım…
Bu mücadele zemininde zaman kaybetmeden,
Mecramızı geliştirmemiz,
Mesajımızı güzelleştirmemiz,
Misyonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor…
Bizim, gençleri defolu, gençlerin de bizi demode görmeleri yanlıştır… Birlikte daha çok yürüyecek yolumuz var…
Bu ‘sefer’ bir kuşak hareketi değil, kuşatıcı ve kucaklayıcı bir yürüyüştür…
“Faydalı olan her eskiye ve uygun olan her yeniye birlikte merhaba diyelim.’’ Tantavi’nin dediği gibi…
Yüce İslam’ı temsil ve tebliğ mücadelesinde eksen kaymasına müsaade ve fırsat veremeyiz… Bu bağlamda İslam’ın;
1-Yobazlaşmasına, IŞİD misali
2-Yozlaştırılmasına, ılımlı İslam örneği
3-Yoksullaştırılmasına, mistik ve ruhbancı anlayış
4-Yorumlaştırılmasına, tarihselci ve hermenötik akımlara evrilmesine göz yumamayız…
Özellikle mücadele sürecinde Zihniyet-Şahsiyet-Aidiyet-Hareket inşası hedefinden sapma ya da erteleme asla düşünülemez…
Bu hedefe yürürken, Kur’an’ın ilk üç emrini unutmayalım;
1-İkra,
2-İttika,
3-İnzar.
Bu üç sorumluluk asla ihmale gelmez…
Ve bilelim ki teferruatla uğraşırsak, asıldan uzaklaşırız…
Hayatta her sorunun cevabı yoktur… Bazen hayatın akışında cevap gelir… Taşlar yerine oturur…
Her şeyi biz çözecek değiliz, çünkü bu dava bizimle başlamadı bizimle de bitmeyecek, bize düşen tarihin bu diliminde üzerimize düşeni yapmaktır… Kabul edecek olan Allah’tır…
Sakın ‘insan yetiştiriyoruz, fakat elimizde tutamıyoruz’ diye kaygılanmayın… Karamsarlığa kapılmayın… Hiçbir emek zayi olmuyor… Zerre i miskal hayır da şer de kayıt altında…
O halde diri ve duru kimliğimizle davada devamlılığı aksatmayalım…
Yeter ki bu yolda sürekli,
Bir İrademiz,
Bir İddiamız,
Bir İdealimiz,
Bir Istırabımız,
Bir İtirazımız olsun…
İmanımızdan neşet eden bu dinamiklerle gayeye ereriz…
Kuşkusuz, yaşarsak yaşatırız…
Tutuşursak tutuştururuz.
“İki adım gitmediğiniz birine size doğru bir adım atmasını beklemeyiniz.’’ (Mahir İz) Allah yolunda adımlarımızı arttıralım… Yarınlar da Allah adımıza bakmayacak, yolunda attığımız adımlara bakacak…
Bir de bizi bekleyenleri daha fazla bekletmeyelim…
Biz tribünlere oynayacak değiliz…
Skora takılı kalacakta değiliz…
Klasmandaki yerimizle oyalanacak vaktimiz yok…
Kur’an’ımız yakılırken, kutsallarımıza sövülürken, kardeşlerimiz botlarla, teknelerle derin denizlerin sularında boğulurken, ahlaksızlık başını almış giderken bizim ne yapacağımız önemli…
Küresel kötülüğe tepkimiz ne olacak?
Kötülük demişken paylaşmak isterim; Tolstoy’a soruyorlar: “Kötü insan kimdir?’’ diye… “Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan en kötü insandır.’’
Hülasa hayırlı ümmet mi olmak mı istiyoruz? İşte yüce Kitabımızın hayırlı ümmet tanımı:
“Siz, insanların iyiliği için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü siz iyiliği emreder, kötülükten men eder, Allah’a iman edersiniz…’’ (Al-i İmran, 110)
Gerçek mümin başkası için yaşama erdemini kuşanan kişidir…
Yaşamak için yaşayan değil, yaşatmak için yaşayan er kişidir…
Vesselam.