Dolar (USD)
34.58
Euro (EUR)
36.26
Gram Altın
2920.99
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
25 May 2022

Mesele İsveç ve Finlandiya mı?

Devletlerin var oluş amaçları toplumlarının geleceğini, güvenliğini, refah ve mutluluğunu sağlamaktır. Bu amaçların gerçekleşmesi için devletlerin uyguladığı siyasetin başlıca vasıtası güçtür. Güç: Bir devletin istediği sonuçları elde etmek ve bu sonuçlara ulaşmak için gerekirse başka devletlerin davranışlarını değiştirme yeteneğidir.

Hegemonya siyasetini güden bir devlette veya devletlere karşı diğer devletlerin güçlerini birleştirme siyasetine ‘’güç dengesi siyaseti’’ denilir. Örneğin 1789 Fransız İhtili’inden sonra Napolyon Savaşları ile Fransa’nın Avrupa’ya egemen olması ‘’güç dengesi siyaseti’’ ile engellenmişti.

Ancak güç dengesi siyaseti sadece, uluslararası ortamın değişken şartlarına göre değil, ortak değerler etrafında da devletlerin bir araya gelmesiyle oluşturulabilir. Bunun en somut örneği NATO ve onun karşısında da Sovyetler Birliğiydi. Bu iki siyasi güç, aynı zamanda iki farklı değerleri temsil ediyordu.

Hatırlanacağı gibi 1990’larda Sovyetler Birliği çökünce, güç dengesi NATO’nun başını çeken ABD’nin lehine bozulmuştu. Medeni dünyanın patronu olan ABD’nin ne kadar medeni olduğunu Irak ve Afganistan işgalleri sırasında işlediği vahşetten bütün dünya gördü(!)

Herkesin bildiği bu hatırlatmaları yapmamızın nedeni, Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgal etmesinden sonra, Avrupa’da güvenlik kaygılarının artmasından dolayıdır. Bu bağlamda İsveç ve Finlandiya NATO ile bir güç dengesi kurmak için üye olmak istiyorlar. Bu iki ülke kendi güvenliği için NATO’ya üye olmak isterken, Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden teröristleri ülkelerinde yıllarca barındırmaktadırlar.

Sadece bu iki ülke değil, insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi kavramları dillerinden düşürmeyen batılı devletlerin çoğu teröristlere yardım yapmaktadır. Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle ‘’bu ülkeler terör örgütünün kuluçkası hâline gelmiştir’’İşte Türkiye buna itiraz etmektedir. Türkiye’nin İsveç veya Finlandiya halklarıyla hiçbir problemi yoktur.

Batılı devletlerin yürüttüğü siyasetin içinde bulunduğu bu çelişkili ve çifte standart tutumu, uzun bir zamandan beri ‘’Biz ve ötekiler’’ başlığı altında dünyayı algılamanın bir neticesidir. Bu haksız değerlendirmelerin bir sonucu olarak, PKK terör örgütüne ve Suriye’deki uzantısına destek veren bir anlayışa, Türkiye karşı çıkmaktadır.

Bu bağlamda Türkiye’nin itirazı, ahlaken doğru, hukuken meşru, siyasetten zorunludur. Ama batının siyasetine vaziyet edenler bunu görmek, duymak ve anlamak istemiyor. O hâlde Türkiye haklı olduğu bu hususları sadece batılı siyasetçilerine değil, halklarına da anlatmanın yollarını bulmalıdır.

Batı siyasetinin bu ‘’dar ideolojik’’ tutumunu Edward Said, 1978’de ‘’Oryantalizm’’ adlı kitabında çok çarpıcı ifadelerle eleştirmişti. Hâlbuki hayatın dinamik yapısına bağlı olarak, dış politikada da sürekli bir değişim ve dönüşüm söz konusudur. Dünyanın güç dengeleri değişmiştir ama batılı siyasetçilerin kibirli tavrı değişmemiştir. Onun için batılı siyasetçiler, 1952’de NATO’ya üye olan Türkiye’nin tutumunu beklemektedir.

Ancak o dönemde Sovyetlerin yayılmacı amaçlarına karşı yalnız kalan Türkiye’nin güvenlik kaygıları ile ABD’nin menfaatleri bir noktada kesiştiği için NATO’ya üye edilmişti. Fakat Türkiye, teorik olarak NATO’ya ortak olsa da pratikte iki ortak arasında olması gereken ilişki hiçbir zaman gerçekleşmedi.

Şimdi Türkiye, iki ortak arasında olması gereken bir ortaklığın olmamasına itiraz etmektedir. Yoksa mesele sadece İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olma meselesi değildir. Türkiye, bu haksızlıklara ne kadar direnebilir bunu hep birlikte bekleyip göreceğiz.