Mesele gayet açık
Ukrayna geçen hafta, Rusya’ya ait Kursk Nükleer Santralini vurdu. Neyse ki yetkililer, “radyasyon tespit edilmediğini” açıkladılar da rahat nefes aldık. Sakın “Ukrayna niçin bir Nükleer Tesisi vurur ki” diye sormayın! Çünkü cevabı açık. “BU SAVAŞI BAŞLATANLAR İSTEDİĞİ İÇİN” kısaca. Zira onlar için kimin, kaç kişinin, nasıl öldüğü hiç önemli değil. Yeter ki sinsi planları adına birilerinin kaos ekip, şiddet biçmesi kafi... Tıpkı Ortadoğu’da İsrail’in yaptığı gibi yani. Gerçi İsrail’in farklı bir motivasyonu olduğu (ARZI MEVUD) herkesin malumu. Ama son kertede Gazze soykırımı ve Lübnan’da giriştiği şeyin, AYNI ODAKLARA HİZMET ETTİĞİ net. Hal böyleyken ekranlara çıkarılan bazı tiplerin, bunun bir safsata olduğunu beyan etmesine şaşırıyorum doğrusu. Neticede İsrail’de sırf bu mesele için bir “Vadedilmiş Topraklar Bakanlığı” kurulduğu ve “Kudüs ile vadedilmiş toprakların, miras olarak kabul edildiğini” günümüzde çocuklar dahi biliyor. Üstelik İsrailli askerlerin kamuflajlarında, bunun resmedildiği bir arma bulunması da cabası. Peki, bu tiplerin “bunlardan haberleri yok mu”? Eğer öyleyse, facia! Şayet haberleri varsa, ondan daha beter bir facia olduğu şüphe kaldırmaz.
Anlayacağınız İsrailli Siyonistler, Anglosakson ve Evangelistleri
yanlarına alarak, bölgemizi ateşe atmaya çabaladıklarını söylemek mümkün. O
yüzden İran Cumhurbaşkanının; “İsrail'in bölgedeki saldırganlığına karşı, İSLAM
ÜLKELERİNE BİRLİK ÇAĞRISI YAPMASI” oldukça elzem seyrediyor. Elbette “İran, geçmişte,
niçin buna uygun davranmadı” diyebilirsiniz doğal olarak? Nitekim İran’ın tam
bunun aksi bir bagajının varlığı düşünüldüğünde, haksız da sayılmazsınız. Lakin
gelinen aşama da doğruya odaklanıp, “zararın neresinden dönersek kar gözüyle” yorumlamanın
daha EHVEN olduğu muhakkak. Bu yönde hepimiz kadar İSLAM ÂLİMLERİNİN, ELİNİ
TAŞIN ALTINA KOYMASI gerektiğiyse tartışılmaz konumda. Sonuçta İslam Âlemi bir
beraber olduğu müddetçe, bölgemizde ameliyat yapamayacakları onlarında
idrakinde…
Ancak aynı durum, ülkemiz için de geçerli. Kaldı ki
Türkiye’yi içten birbirine düşürüp, fikren bölemedikleri takdirde, avuçlarını
yalayacakları tarihi verilerle sabit. Zaten o sebeple iç cephemiz hedef
olmuştur daima. BELKİ DE BU NEDENLE; ŞU SIRALAR BAZEN PARALI KALEMLERİNİ, BAZEN
SUÇ ÇETELERİNİ, BAZEN DE SOSYAL MEDYA PROVOKATÖRLERİNİ KULLANDIKLARINI KİMSE
İNKÂR EDEMEZ. Fakat bunun üzerine “Allahtan korkmaz kuldan utanmazların”
işlediği suçlar da eklenince, tansiyonun yükselmemesi için hiçbir engel
kalmadığı açık. Peki, ne yapmalı o halde? Beraberliğimizi korumanın, saygı
sınırlarını aşmamanın ve sağduyu ile hareket etmenin şart olduğunu zaten herkes
biliyor. Bunun yanı sıra trafikte yol vermekten, selamlaşmayı arttırarak,
yakınlarımızı arayıp sormaya kadar yapılacak ufak jestlerin, pozitif etkilerini
de kesinlikle yadsınmamalı. Tabi MANEVİ KISTASLARI evvela kendimize, sonrada
aile ve çevremize, uygun bir şekilde hatırlatmanın göz ardı edilmemesiyse
hayati önene sahip…
Bu perspektifte Devletimizden de beklentilerimiz var
elbette. Mesela Muhalefetin devrik Genel Başkanı, Sn. Erdoğan'ın ayakta karşılanmasına
eleştirse de, “NORMALLEŞME SÜRECİNİN” devam ettirilmesi çok kritik aslında.
Keza Sn. Bahçeli’nin sergilediği malum davranış, bu perspektifte değerlendirilebilir.
Ama sadece bu kadar değil. Zira anlık
gelişen şiddet olaylarına, Devletimizin ivedi müdahale edecek bir mekanizma
geliştirilmesi, adaletin işleyişinde hiçbir soru işareti bırakmaması ve sosyal
medyada kendini göstermesi de önem arz ediyor. Çocuk ve kadına yönelik
şiddetteyse yerine göre “HADIM”, yerine göre de “İDAM” hususunun gündeme almasının
da, suçun bir nebze önlenmesi adına düşünülmesi bir gereklilik. K.Suriye
operasyonunun mecburiyetini ise, zaten söylemeye gerek yok. Çünkü başka bir
Türkiye yok! Bu oyunu bozacak, bizden öte kimse de yok! El-Hak, Rabbimizden
başka yardımcımız da yok! Bilmem anlatabildim mi?