Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Kasım 2014

Mescid-i Aksa'da Postal ve İslam Dünyasının Hal-i Pür Melali

Bundan 1000 yıl kadar evvel İslam dünyası bugün olduğu gibi siyasi açıdan parçalanmış bir durumdaydı. İslam dünyasının coğrafi sınırları küçülmüş, iç çatışmalardan faydalanan dış güçler tarafından işgal edilmişti. Karşımızda parçalanmış, neredeyse her şehrin bir devlet halini aldığı kısır bir İslam dünyası bulunmaktaydı. Kısacası İslam dünyasında akıl ve vicdan parçalanmış, hakikati temsil ettiğini iddia eden onlarca dini ve fikri okul aralarında birbirlerinin canını kast edercesine çatışıyorlardı. İşte Selçuklu Türkleri böyle bir ortamda 1040 yılında İslam medeniyetine dahil oldular. Ve kendilerini 400 yıllık bir İslam medeniyetinin içerisinde buldular. İhsan Fazlıoğlu Hoca Türk Felsefe-Bilim Tarihi'nin Seyir Defteri adlı çalışmasında bu meseleyi derinlemesine ele alır. Bu çalışma bize bugün İslam dünyasının ekonomik, siyasi, bilim, kültür ve felsefe alanında yaşadığı sefaleti hem anlamamıza hem de çözüm bulmamıza yardımcı olması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çalışma üzerinden devam edelim.1040 yılında her bakımdan parçalanmış olan İslam dünyasını karşısında bulan Selçuklu Türkleri ilk önce merkezi devleti yeniden inşa etmiş ve siyasi birliği tekrar kurmuştur. Fazlıoğlu Hoca'nın ifadesiyle eğer Selçuklu Türkleri olmasaydı bugün İslam, Arap yarımadasına sıkışmış küçük bir kültür haline düşebilirdi. Bu bakımdan İslam medeniyetini bir çay olarak düşünecek olursak Selçuklular bunun şekeri idi. Bu dönemde eski kadim medeniyetler de canlı değildi. Peki, Selçuklular tüm bu medeniyetleri canlandırarak İslam medeniyetini nasıl yeniden inşa etmişlerdir?
Selçuklular elbette Alman yönetmen Philipp Stölzl'ün çektiği İbni Sina: Hekim adlı o saçma filmde gösterilmeye çalışıldığı gibi barbar değillerdi. Selçukluların yaptıkları ilk iş entelektüel birliği sağlayarak yeni bir ilim dili inşa etmek olmuştur. En önemlisi de dil ve ırk kimlik inşasında kurucu bir unsur taşımıyordu. Örneğin bir Kürd olan Selahattin Eyyübi'nin başlattığı seferlerin ortak adı "Oğuz Harekatı" idi. Bu anlayış Osmanlı döneminde de hakimdi. Yani ırk üzerinden giden bir devlet yönetim anlayışı yoktu. Bilhassa Sultan Sencer'in dünyanın en önemli ilim adamlarını davet ettiğini ve merkezde topladığını görmekteyiz. İslam dünyasının bir ilim ve kültür merkezi konumunda olmasının yegane sebebi Selçukluların kadim ölü medeniyetleri canlandırmada oynadıkları roldür. Nizamülmülk'ün kurdurduğu Medreseler de ortak ilim ve irfanın canlanmasında mühim vazifeler üstelenmiştir. Bilhassa ilim, irfana çok önem vermişlerdir. Öyle ki 1080 yılında Divan'da yapılan toplantıya tüm alimler davet edilerek onlardan ilmi sürekliliği ve irfan birikimini devam ettirmeleri istenmiştir.
*
İslam dünyası bugün de tarihinin belki de en çöküntü dönemlerinden birini yaşamakta. Siyaset, ekonomi, sosyal, ilim, kültür, sanat, felsefe alanlarında tam anlamıyla bir sefalet yaşanıyor. İslam dünyası sürekli çatışma ve şiddet girdabında. Bakıldığında 57 İslam devleti ve 1,7 Milyar civarında Müslüman nüfusunun olduğu ifade ediliyor. Ne var ki birçoğu diktatörlüklerle yönetiliyor ve dış güçler tarafından sömürülüyor. İnsanlık namına ürettikleri kayda değer bir şey yok. Hıristiyan ülkelerine sığınmak için ölümü bile göze alan Müslüman mültecilerin haberlerini izliyoruz. Bir Müslüman'ın batılı ülkelere sığınmak için büyük denizlerde dalgalarla boğuşmak durumunda kalması ne hazin bir tablo! Aynı coğrafyada birbirlerini boğazlıyor olmaları da ayrıca çok trajik bir durum. Biliyorsunuz daha geçenlerde İsrail askerleri Müslümanların kutsal mabedi Mescid-i Aksa'ya postallarıyla girdi. Kuşkusuz bu görülmemiş bir saygısızlık/tecavüz. Yıllardır Filistin'de çocuk öldürüyorlar. Sonuç: Sokaklarımız ve cebimizde taşıdığımız Filistin bayraklarından başka hiçbir şey yok. Diyanet ise işi gücü bırakıp bir TV dizisine takmış durumda! Dini cemaat kisvesi altında faaliyet yürüten bir yapı ise İsrail'e toz kondurmuyor ve tüm enerjisini iktidar olmaya harcıyor! İslam dünyasının entelektüelleri ise sosyalizmden medet umar halde vs. Evet, bugün Ortadoğu, Ortaçağı'nı yaşıyor. Ve kendi vatandaşından başka kimseyi umursamayan batı dünyası ise sadece seyrediyor.
Bu durumda Tarkowski'nin Andrei Rublew'i gibi kötülüğe maruz kalan bir dünyada konuşmama yemini mi etmeli? Kötülük sürekli iş başındayken ortaya konulacak tepki nasıl olmalı? İslam kültür ve medeniyetinin yeniden canlanması için hiç mi umut yok? 1000 yıl aradan sonra İslam medeniyetini günümüz dünya gerçekleri çerçevesinde yeniden inşa edecek kabiliyette ve donanımda olan tek bir ülke yok mu? Çok şükür var. Ve bu ülke, kim ne derse desin Türkiye'dir. Daha evvel yine bu köşede Türkiye, evrensel değerleri görmezden gelerek kendi kabuklarına çekilen, zihinlerini dünyaya kapatan, totaliter zihniyetin baskın olduğu İslam coğrafyasının kaderini değiştirebilecek olgunlukta ve siyasi basirete sahip tek ülkedir demiştim. Yine aynı yerdeyim. Bugün çözüm süreciyle başlayan iç barış muhakkak bölgeye de sirayet edecektir. Geçenlerde Mısır'da yayın yapan bir TV kanalında ilginç bir diyalog yaşandı. Yayına telefonla bağlanan konuk, Türkiye Cumhurbaşkanı'na hakaret etmeye başlayınca spiker; "Ümmetin değerli bir liderine bu mantıkla hakaret etmene asla müsaade etmem. Cumhurbaşkanı Erdoğan Müslüman ve Türk'tür. İstesen de istemesen de, senin ve senin gibilerin baş tacıdır" diyerek karşılık verdi. Bu basit bir Erdoğan hayranlığı değildir. Bu hadise aradan geçen onca yıldan sonra medeniyeti yeniden inşa edecek donanımda olan tek ülkenin Türkiye olduğunu bize göstermektedir. Yeter ki bu olgunlukta hareket edilsin.
twitter.com/sivildemokrat