Mesafe(ler)
Mesafe kavramı bugünlerde en çok kullanılanlar arasında. Özellikle virüsün bulaşması konusundaki tedbirlerde “sosyal mesafe” belki en fazla dikkat ettiklerimizden biri. Halbuki biz sosyolojide sosyal mesafe kavramını başka bir bağlamda kullanıyorduk. Özellikle şehirlere ve metropollere göç ve küreselleşme ile birlikte gelişen iletişim aygıtlarının sosyal mesafeleri azalttığından bahsediyorduk sosyoloji derslerinde.
Tabii iletişim araçları, sosyal medya ve küreselleşme olgusu bir başka değişim de meydana getirmişti; bireyselleşmenin hızlanması. Bireyselleşmenin farklı dispozitifleri gündelik hayatı düzenlerken, insanları da gönüllü olarak bir bakıma kendi içinde yalıtık monadlara çevirdi. Dışarıya çıkış serbest iken, insanlara belki böyle yalıtık monad olmak hoş geliyor olabilir. Fakat sosyal mesafe uyarıları gelince, insanlar birbiriyle karşı karşıya gelmenin ne demek olduğunu belki daha iyi anladılar. Eğer öğrenciler dersten geri kaldıklarını düşünüyorlarsa, işte onlara bir ders.
Şimdi içerisi ve dışarısı arasındaki fark daha çok anlaşılmıştır. İnsanın uyku düzeni ve iştahı bile gündelik hayat akışının rutinine bağlı. Zorunlu karantina günlerinde hiçbir günün diğerinden farkı yok. Düzen tamamen değişiyor. Arkadaşla muhabbet, Cuma ya da teravih namazı kılmak şimdi özlediğimiz şeyler arasına girdi bile. Dayanışmanın önemi, hayatın anlamını da belirliyor gibi.
Kadim bilgeliğimizdeki varolan unsurların, aslında öyle kaybolmadıkları; insanın en sade halinde nasıl da hayatı için onu talep ettiği daha iyi anlaşıldı. İnsanın en temel ihtiyaçlarının makine, metro, beton değil; sağlık, yiyecek olduğunu birden herkes tekrar kavradı. Tabiatla ilişkileri daha sıkı olanlar, belki de en az kaygı yaşayanlar oldular. Demek ki neymiş; ne kadar ilerlediğinizi düşünürseniz düşünün, insan değişmiyor. Meselâ; yine ekmek ve su istiyor. Dünyayı korku ve kaygıları ile kavrıyor.
Geçen yazımda entelektüel sözleşmeden bahsetmiştim. Aslında yazıyı çerçevelemek isterken, özellikle entelektüel sözleşme kavramının ahlaki boyutu üzerinde fazla duramadım. Bu bağlamda entelektüel ya da alimin hem diğer entelektüellerle hem de insanlarla ilişkilerinde sınırlar oluştururken, bir ahlaki mesafeden bahsetmek elzem olacaktır. Burada ahlaki mesafe ile, entelektüel ya da alimin kendi ahlaki anlamda inşa etmesini kastediyorum.
Bugün gelinen noktada, özellikle aktüel tartışmalar bağlamında da gözlemlediğim kadarıyla ahlaki mesafelerin zaman zaman iyice aşındığını hissetmekteyim. Sürekli ayrışarak ve belirli mahfillerin demagojik savunuculuğunu yaparak entelektüellik taslama, toplum olarak bize sürekli patinaj yaptırıyor. Bir yerden başlamak suretiyle birikimsel olarak bir konuda ilerleme kaydedemiyoruz.
Siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak dünyanın yeni bir strateji ve sözleşmeye ihtiyacı olduğunu zaten söylüyoruz. Çünkü mevcut dünya, bu haliyle devam edemez. Buradan yola çıkarak entelektüel sözleşmeye vurgu yapmamın özellikle iki sebebi bulunmaktadır. Birincisi, bir şekilde Türkiye’nin bir entelektüeli olmam. Yani işin kendimle ilintili kısmından başlamak zarureti. İkincisi ise, bir gelişmeden bahsedilecekse, bunun öncelikli olarak bilgi, üniversite, eğitim; kısacası entelektüel alandan başlamasının zarureti.
Eski anlayışla entelektüellik kotarmaya çalışan farklı mecrada çalışan üniversite hocası, gazeteci, televizyoncu vb’nin bu açıdan “yeni entelektüel ya da alim” figürüyle yer değiştirmesi gerekiyor. Bu entelektüel toplumla ahlaki mesafesini koruyacağını baştan deklare ettiği gibi tez öne süren, eleştiren, tezinin gerekçelerini açıklayan; bunlarla birlikte sözünün maliyetini ödeme sorumluluğunda olmalıdır. Sözleşme, kamuya görüşlerinizi belirttiğiniz andan itibaren başlar.