Dolar (USD)
32.50
Euro (EUR)
34.52
Gram Altın
2500.54
BIST 100
9548.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 May 2020

Merkez-çevre hikâyesine ne oldu?

Türkiye uzun bir süre sert vesayet koşullarında ilerledi.

Sosyolojik olarak Şerif Mardin’in ifadesiyle “merkez-çevre” dikotomisinde, geniş halk kitleleri çevreden merkeze doğru seyrüsefer halindeydiler. Bu zaman zaman sert müdahaleler, askeri darbeler ile inkıtaya uğratıldı. Gel-gitler halinde devam eden uzun erimli bir süreçti bu. Geniş halk kitleleri farklı ideolojik hassasiyetlere sahipti belki; ama aynı yere yumruk salladılar uzunca bir süre.

İktisadi düzenin yozlaşmasından, temel hak ve hürriyetlerin kısıtlılığından, hukuk düzeninden, hizmet üretme kapasitesi son derece düşük olan bir yapıdan hepsi etkileniyorlardı.

Türkiye’de geniş halk kitleleri merkeze doğru gerçekleştirdikleri seferlerde süvarilerini genelde sağdan seçti. Solun dün olduğu gibi bugün de 70’li yıllardaki Ecevit istinasını saymaz isek bu iş için uygun olmamasını mümkün kılan yapısal sorunları mevcuttu. Dolayısıyla hat, Menderes’ten itibaren sağın güzergahında şekillendi.

Merkez-çevre arasında yaşanan gel-gitler esnasında garip şeyler de oluyordu, bu garipliği en veciz haliyle İsmet Özel şöyle betimlemişti: “Türkiye’de oyunun oynandığı saha eğimli. Karşı takım eğimli arazide dik olan kısımda mukim. Bizim takım bir yokuşu andıran bu sahada aşağıda. Sahada bir maç yapılıyor. Biz zar zor topu orta sahaya kadar getiriyoruz. Topu getirdikten sonra orta saha çizgisini geçen bizim takım oyuncusu hemen formasını değiştirip rakip takım formasını giyiyor ve topu bizim kaleye doğru yuvarlamaya başlıyor.”

Mehmet Ali Birand’ın yakın tarih konulu belgesellerinin birinde Süleyman Demirel, Türkiye’de Başbakan olan herkesin Menderes’in o idam sehpasındaki fotoğrafı ile yüz yüze geldiğini belirtmişti. 27 Mayıs, Türk siyasetinin ana travması olacaktı. Ve oldu da. Nitekim Demokrat Parti mirasını önce Adalet Partisi, ardından Doğruyol Partisi ile küçülerek de olsa taşıyan Demirel, 28 Şubat darbesi ve sonrasındaki birkaç yılda aleni olarak aldığı pozisyon itibariyle siyasetten rakip takım formasıyla emekli oldu. Benzer bir yazgıyı 70’lerin Karaoğlan’ı olan Ecevit de yaşadı. 1995 Genel Seçimlerinin ardından meclise birinci parti olarak giren Refah Partisi’nin İstanbul Milletvekili ve partinin Genel Başkan Yardımcısı olarak meclis kürsüsünde konuşan Aydın Menderes, Ecevit’e hitaben “Ben Sayın Ecevit’i bu kürsüde 80 öncesinde de dinledim. O zaman “Bu düzen değişmeli” diyen Ecevit, şimdi düzenin taraftarı olmuş” diyecekti. Birkaç yıl sonra 28 Şubat darbesi ile Refah Partisi iktidardan uzaklaştırılacak ve askerin iradesi ile şekillenen koalisyon hükümetlerinin Başbakanı olarak Ecevit sahne alacaktı. 1999 genel seçimleri sonrasında 28 Şubat ikliminde kurulan Anasol-M hükümetine Başbakanlık yaparak siyasetten emekli oldu. Anasol-M ile Türkiye hem ekonomik krize hem de 2002 genel seçimlerine girdi.

AK Parti’nin iktidarı ile Türkiye’de merkez-çevre hikayesi bambaşka bir noktaya taşınacaktı.

Önce itidalli geçen bir dönem. Ak Parti’nin hizmet odaklı bir siyaset ile yürümesi ve arkasındaki desteği günden güne büyütmesi. O sıralar partinin Genel Başkan Yardımcısı olan Yasin Aktay söylemişti sanırım, “AK Parti yeni merkez” diye.

Fakat Türkiye’de merkez, devir-teslime çok uygun bir mahal değil. Daha ziyadesiyle teslime uygun bir yer. Biraz geç olsa da bu anlaşıldı.

Önce Anayasa Mahkemesi marifetiyle partiyi kapatma girişimi sonrasında e-muhtıra. Cumhuriyet Mitingleri, Cumhurbaşkanı seçiminde yaşanan rezalet. Kemalist bir darbe tehlikesi söylentileri. Ama en büyük darbe kuşkusuz tüm bunların sonrasında 15 Temmuz’da geliyor.

15 Temmuz darbe girişimi püskürtülmüş olmakla birlikte etkili olmuştur. Türk siyasetinde travmatik etkileri olmuştur. Yeni ittifakları ve siyasi yönelimleri ortaya çıkartmıştır. Başkanlık sistemine geçilmesi ile birlikte de bu ittifaklar birer koalisyona dönüşmüştür. 15 Temmuz sonrasında, milliyetçi-devletçi-ulusalcı renkler hem merkezin AK Parti kısmında hem de çevreden merkeze gelen kitle üzerinde hegemon konuma gelmiştir. Bir siyasal ideoloji olarak ulusalcılık ve milliyetçilik, Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar geniş kitlelere kendini mal etme imkânı bulmuştur. “Yerli ve milli” söylemi muhafazakâr/dindar ve milliyetçi kamuoyunun bir söylem olarak devletçilik ile nihai alaşımını mümkün kılmıştır.

Peki merkez-çevre hikayesine ne olmuştur?

Cevabını hep birlikte düşünelim.