Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.20
Gram Altın
2964.45
BIST 100
9648.28
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Ağustos 2022

Merkel bile şaşırmıştı!..

Geçtiğimiz günlerde, “Herkes üniversite okumaya mecbur değil. Ders çalışırken kendinizden geçmiyorsanız, ille de üniversiteye gideceğim diye tutturmayın. Kısa yoldan hayata atılın, bir meslek öğrenin…” demiştim.

Sosyal medya paylaşımları, çoğu anne babanın ve gencin benim gibi düşündüğünü gösteriyor.

Çoğu “Haklısın” diyor ama…

Dediğini ya da dediğimi yapmıyor.

Yani, çoğunun pek de işe yaramadığını bildiğimiz halde, üniversite ve genellikle de “4 yıllık üniversite” diploması edinmeye, edindirmeye mecbur hissediyoruz kendimizi.

Açık Öğretim diploması da kesmiyor, ille de üzerinde çatısı olacak o kâğıdın.

Gençlerimizin aşağı yukarı yirmi yılda elde edebildikleri kâğıtların çoğu “mesleksizlik belgesi” gibi.

Benim de böyle bir diplomam var.

Hem okuyup hem çalışarak, İTÜ’den bir “Turizm” diploması almayı başarmıştım.

Çalıştığım dergi yayın hayatına ara verdiğinde “Gidip birkaç ay bir otelde çalışayım da harçlığımı çıkartayım!” dedim.

İlk başvurumda, büyük bir özgüvenle “ diplomamdan” bahsettim.

Müdür Bey,

“Tamam diploma güzel de, kâğıt iş yapmaz ki?” dedi ve bana işine yaramam için gerekli olan birkaç işi yürütüp yürütemeyeceğimi sordu.

Benden bir numara çıkmayınca…

Hiç okula gitmemiş biri gibi, sıfırdan başlamam gerektiğine karar verdi.

Hatta, hiç okula gitmeseymişim çok daha iyiymiş onca yıllık tecrübeden sonra çoktan “müdür” olabilirmişim.

Yani…

Diplomalı adamın iş talep edeceği kişi!..

O gün bu işi yapmamaya karar verdim.

Nasıl yapacaktım ki, o yaştan sonra…

Elimdeki işe yaramaz diplomayla…

*

Dünya böyle bir dünya…

Kâğıtlar değil, işler konuşuyor.

Tanıdığım birçok sosyal medyacı genç var.

“İletişim”e filan gitmemişler,

“Akademisyen olmayacağım ki, diplomanın bana ne faydası olacak?” diyerek.

Bu gençler şimdilerde “butik medya işletmelerinin” sahipleri, her birinin milyonlarca takipçisi var, iyi para kazanıyorlar, hatta ve hatta konferanslar veriyorlar…

Ben bu arkadaşlardan bir bölümü ile görüşüyorum.

Onlara, “Aman ha, sosyal medya dünyasında kaybolup gitmeyin. İlmi, okumayı ihmal etmeyin!” deyip duruyorum.

Bir de…

“Onun bunun adamı olmayın, onun bunun önünüze attığı paylaşımları sorgulamadan paylaşmayın. Paranızı doğruyu üreterek ve mutlaka kendiniz üreterek kazanın!” diyorum.

*

Bu üniversite işlerine iyi girdik.

Nasıl girmezsiniz…

Türkiye’de yaklaşık 8.5 milyon üniversite öğrencisi var.

Çok çok büyük bir rakam bu.

Sayın Erdoğan, bir keresinde şunları söylemişti:

“Şansölye Merkel’e ‘Bizim 8 milyon 400 bin üniversite öğrencimiz var!” dediğimizde, böyle bir üfledi, şaşırdı, bizim eksiğimiz nerede? Keyfiyette!”

Elin Almanı şaşırıyor tabii; sen dünya üniversiteleri sıralamasında ilk 100’e 7 marka sok ama…

Öğrenci sayın, ilk 300’de üniversitesi olmayan Türkiye'ninkinin yanına bile yaklaşamasın.

Sayın Erdoğan, öğrenci sayısının yabancıları şaşırtacak kadar fazla olduğunu söylerken, “keyfiyet” sıkıntısına dikkat çekmişti.

Kendilerinin, “Siyasal iktidarımız tamam ama kültürel iktidar anlamında sıkıntılarımız var!” cümlesiyle ortaya koyduğu sıkıntıya da başka yazılarımızda işaret etmiştik.

*

Beka meselesi dediğiniz esasında bu meseleler.

Üniversite öğrencisi sayın hızla artıyorsa ve “keyfiyet” yani “nitelik” gittikçe geriliyorsa burada gerçekten de beka meselesi vardır.

Ha unutmadan;

“keyfiyet” dedik ya…

Bazı üniversite öğrencilerine “Keyfiyet ne demek?” diye sordum.

Acayip karşılıklar geldi.

Keyifle ilgili olmalı bu lâf” dendi mesela…

“Yani nargile muhabbeti gibi mi?” dedim.

“Aynen öyle” dendi.

Aynen öyle!..

***

MANEVÎ KALKINMA HAMLELERİ (??)

Bizim için keyfiyet, “makale sayısından, matematikte zehir gibi olmaktan” vesaire ibaret bir kavram değil.

Keyfiyet, yani nitelik meselesinin içinde, dahası zemininde “maneviyat” var.

Bizimkisi “ilim irfan” medeniyeti.

Biz, pozitif Bilimlerdeki ilerleyişinin zemininde “manevi kalkınma hamleleri”nin olduğu bir medeniyetin evlâtlarıyız.

Türkiye’deki “üniversite”lere baktığımızda…

Bu ikisini bir araya getirebilenleri maalesef pek göremiyoruz.

Geçtiğimiz günlerde, “diploması en havalı üniversitemiz”in taze mezunları tarafından taşınan dövizleri, pankartları hep birlikte gördük.

Gördük ve çok üzüldük.

Orada, bendenize “eyvah eyvah” dedirten çok berbat sahneler vardı.

Tekrar etmekten hicap duyduğumuz sahneler!

Ne yazık ki, bu kadar olmasa bile “maneviyat çöküşü” birçok üniversitemizde görülüyor.

“Anadolu Üniversiteleri” olarak işaret edebileceğimiz ve isimlerine “maneviyat önderlerinden” almış yüksek öğretim kurumlarında bile çok sıkıntılı sahneler görüyoruz.

Dile kolay 8.5 milyon üniversite öğrencisi!

*

Ben, “Herkes üniversiteye gitmeye mecbur değil… Ders çalışırken kendisinden geçmeyen genç, kısa yoldan hayata atılsın, meslek sahibi olsun!” diyorum ya…

Söylemek istediğim çok daha fazla şey var aslında.

Bunları ifade etsem, çoğu ya anlamayacak ya da yanlış anlayacak!..

*

Yazıyı, “Diğer üniversitelerimiz de, diploması en havalı diploma olan o üniversiteye benziyor gittikçe! Tabii bilimsel ağırlık bakımından değil, maneviyat(sızlık) bakımından!” diye bitirsem…

Anlaşılmaya biraz katkı sağlar mı acaba?

Hadi bir adım daha atayım:

“Bizim, gerçekten üniversite okumak için üniversiteli olan yüksek tahsil talebelerine ve mesleğe, hakkıyla öğrenmek için çıraklıktan başlayan zanaatkâr adaylarına ihtiyacımız var. Üniversiteye kapak atan ve çoğu devlete kapak atmaya çalışacak olan 8.5 milyon gence değil!”

*

Beni lütfen anlayınız…

Ve lütfen yanlış anlamayınız!