Merkel bile şaşırmıştı!..
Geçtiğimiz
günlerde, “Herkes üniversite okumaya
mecbur değil. Ders çalışırken kendinizden geçmiyorsanız, ille de üniversiteye
gideceğim diye tutturmayın. Kısa yoldan hayata atılın, bir meslek öğrenin…”
demiştim.
Sosyal
medya paylaşımları, çoğu anne babanın ve gencin benim gibi düşündüğünü
gösteriyor.
Çoğu
“Haklısın” diyor ama…
Dediğini
ya da dediğimi yapmıyor.
Yani,
çoğunun pek de işe yaramadığını bildiğimiz halde, üniversite ve genellikle de “4 yıllık üniversite” diploması edinmeye,
edindirmeye mecbur hissediyoruz kendimizi.
Açık
Öğretim diploması da kesmiyor, ille de üzerinde çatısı olacak o kâğıdın.
Gençlerimizin
aşağı yukarı yirmi yılda elde edebildikleri kâğıtların çoğu “mesleksizlik belgesi” gibi.
Benim
de böyle bir diplomam var.
Hem
okuyup hem çalışarak, İTÜ’den bir “Turizm”
diploması almayı başarmıştım.
Çalıştığım
dergi yayın hayatına ara verdiğinde “Gidip
birkaç ay bir otelde çalışayım da harçlığımı çıkartayım!” dedim.
İlk
başvurumda, büyük bir özgüvenle “
diplomamdan” bahsettim.
Müdür
Bey,
“Tamam diploma güzel de, kâğıt iş
yapmaz ki?” dedi ve bana işine yaramam için gerekli
olan birkaç işi yürütüp yürütemeyeceğimi sordu.
Benden
bir numara çıkmayınca…
Hiç
okula gitmemiş biri gibi, sıfırdan başlamam gerektiğine karar verdi.
Hatta,
hiç okula gitmeseymişim çok daha iyiymiş onca yıllık tecrübeden sonra çoktan “müdür” olabilirmişim.
Yani…
Diplomalı
adamın iş talep edeceği kişi!..
O
gün bu işi yapmamaya karar verdim.
Nasıl
yapacaktım ki, o yaştan sonra…
Elimdeki
işe yaramaz diplomayla…
*
Dünya
böyle bir dünya…
Kâğıtlar
değil, işler konuşuyor.
Tanıdığım
birçok sosyal medyacı genç var.
“İletişim”e
filan gitmemişler,
“Akademisyen olmayacağım ki,
diplomanın bana ne faydası olacak?” diyerek.
Bu
gençler şimdilerde “butik medya işletmelerinin”
sahipleri, her birinin milyonlarca takipçisi var, iyi para kazanıyorlar, hatta
ve hatta konferanslar veriyorlar…
Ben
bu arkadaşlardan bir bölümü ile görüşüyorum.
Onlara,
“Aman ha, sosyal medya dünyasında
kaybolup gitmeyin. İlmi, okumayı ihmal etmeyin!” deyip duruyorum.
Bir
de…
“Onun bunun adamı olmayın, onun bunun
önünüze attığı paylaşımları sorgulamadan paylaşmayın. Paranızı doğruyu üreterek
ve mutlaka kendiniz üreterek kazanın!” diyorum.
*
Bu
üniversite işlerine iyi girdik.
Nasıl
girmezsiniz…
Türkiye’de
yaklaşık 8.5 milyon üniversite öğrencisi var.
Çok
çok büyük bir rakam bu.
Sayın
Erdoğan, bir keresinde şunları söylemişti:
“Şansölye Merkel’e ‘Bizim 8 milyon 400 bin
üniversite öğrencimiz var!” dediğimizde, böyle bir üfledi, şaşırdı, bizim eksiğimiz
nerede? Keyfiyette!”
Elin Almanı şaşırıyor tabii; sen dünya
üniversiteleri sıralamasında ilk 100’e 7 marka sok ama…
Öğrenci sayın, ilk 300’de üniversitesi olmayan Türkiye'ninkinin
yanına bile yaklaşamasın.
Sayın Erdoğan, öğrenci sayısının yabancıları
şaşırtacak kadar fazla olduğunu söylerken, “keyfiyet”
sıkıntısına dikkat çekmişti.
Kendilerinin, “Siyasal iktidarımız tamam ama kültürel iktidar anlamında sıkıntılarımız
var!” cümlesiyle ortaya koyduğu sıkıntıya da başka yazılarımızda işaret
etmiştik.
*
Beka meselesi dediğiniz esasında bu meseleler.
Üniversite öğrencisi sayın hızla artıyorsa ve “keyfiyet” yani “nitelik” gittikçe geriliyorsa burada gerçekten de beka meselesi
vardır.
Ha unutmadan;
“keyfiyet” dedik ya…
Bazı
üniversite öğrencilerine “Keyfiyet
ne demek?” diye sordum.
Acayip karşılıklar geldi.
“Keyifle
ilgili olmalı bu lâf” dendi mesela…
“Yani
nargile muhabbeti gibi mi?” dedim.
“Aynen
öyle” dendi.
Aynen öyle!..
***
MANEVÎ
KALKINMA HAMLELERİ (??)
Bizim için keyfiyet, “makale sayısından, matematikte zehir gibi olmaktan” vesaire ibaret
bir kavram değil.
Keyfiyet, yani nitelik meselesinin içinde,
dahası zemininde “maneviyat” var.
Bizimkisi “ilim irfan” medeniyeti.
Biz, pozitif Bilimlerdeki ilerleyişinin zemininde
“manevi kalkınma hamleleri”nin
olduğu bir medeniyetin evlâtlarıyız.
Türkiye’deki “üniversite”lere baktığımızda…
Bu ikisini bir araya getirebilenleri maalesef pek
göremiyoruz.
Geçtiğimiz günlerde, “diploması en havalı üniversitemiz”in taze mezunları tarafından
taşınan dövizleri, pankartları hep birlikte gördük.
Gördük ve çok üzüldük.
Orada, bendenize “eyvah eyvah” dedirten çok berbat sahneler vardı.
Tekrar etmekten hicap duyduğumuz sahneler!
Ne yazık ki, bu kadar olmasa bile “maneviyat çöküşü” birçok
üniversitemizde görülüyor.
“Anadolu
Üniversiteleri” olarak
işaret edebileceğimiz ve isimlerine “maneviyat
önderlerinden” almış yüksek öğretim kurumlarında bile çok sıkıntılı
sahneler görüyoruz.
Dile kolay 8.5 milyon üniversite öğrencisi!
*
Ben, “Herkes
üniversiteye gitmeye mecbur değil… Ders çalışırken kendisinden geçmeyen genç,
kısa yoldan hayata atılsın, meslek sahibi olsun!” diyorum ya…
Söylemek istediğim çok daha fazla şey var
aslında.
Bunları ifade etsem, çoğu ya anlamayacak ya da
yanlış anlayacak!..
*
Yazıyı, “Diğer
üniversitelerimiz de, diploması en havalı diploma olan o üniversiteye benziyor
gittikçe! Tabii bilimsel ağırlık bakımından değil, maneviyat(sızlık) bakımından!”
diye bitirsem…
Anlaşılmaya biraz katkı sağlar mı acaba?
Hadi bir adım daha atayım:
“Bizim,
gerçekten üniversite okumak için üniversiteli olan yüksek tahsil talebelerine
ve mesleğe, hakkıyla öğrenmek için çıraklıktan başlayan zanaatkâr adaylarına
ihtiyacımız var. Üniversiteye kapak atan ve çoğu devlete kapak atmaya çalışacak
olan 8.5 milyon gence değil!”
*
Beni lütfen anlayınız…
Ve lütfen yanlış anlamayınız!