Merhum Mustafa Karahasanoğlu… Adam, adam, adam!..
Yıl 1989.
Henüz 24 yaşındayım.
Uzun yıllar sonra Almanya’dan kesin dönüş yapan Babamı çok geç bulmuş, çok çabuk kaybetmişim.
Sığınağım gazetecilik.
“Ölüm var, ölüm!”
*
O vakitler, “Nüfus Kâğıdı” Müslümanı olarak takılıyorum hayata.
Merhum Babam Okmeydanı SSK’da kanser “tedavisi” alırken, pek çok hasta ile tanışıyorum.
Genç refakatçi.
Doktor, “En fazla bir, iki ay yaşar!” diyor.
Çaresizlik.
Oradaki hastalar, güçlü kuvvetli oldukları vakitlerden bahsediyorlar.
Taşı sıksalar suyunu çıkartırlarmış.
Şimdi ise…
“Muhtaçlık zor be evlât!”
*
Hastanede refakatçi, üniversitede öğrenci, bir gazetede muhabir.
O gazete, bugünkü Cumhuriyet’e yakın bir çizgide yayın yapıyor.
Ben her türlü habere gidiyorum.
Hayatım allak bullak.
Babam vefat ediyor.
“Ölüm var, ölüm!..”
*
Vesileler oluyor.
Bir vesileyle Merhum Timurtaş Hoca’yı tanıyorum.
Aklım karışık.
Herkesin ağzında lâflar;
“Gençsin, o kadar da aşırıya kaçma, Cumalarını kıl yeter. Bu kadar şerefsiz varken, sen mi gideceksin cehenneme!” diyen bile var.
İnanıyorsan, gereğini yapacaksın.
İnanmıyorsan, sırf Cuma’ya gitmek niçin?
Araştırıyorum.
Böyle bir süreçte…
“İslami” kitaplar satan bir dükkâna uğruyorum.
“Madve Yayınevi”.
Orada Hasan Hüseyin Maden ağabey ile tanışıyorum.
“Gazeteci” olduğumu söylüyorum.
O, bana “Dindarlarla birlikte çalış!” diyor ve bir adres yazdırıyor:
“Küçük Lânga Caddesi Numara 105, Aksaray.”
Orada Mustafa Ağabey varmış.
Mustafa Karahasanoğlu Ağabey.
“Onunla tanış, bir dergi çıkartacaklar!” diyor.
Tanışıyorum.
Dergi’nin adı,“Cuma”.
Haftalık olacakmış.
Mustafa Karahasanoğlu, bir başka adam.
Sağlam vurgularla konuşuyor.
“Mücadele”den bahsediyor.
“Bu küçük nalbur dükkânından ne kazandıysak o. Elimizde sadece dört hafta dergi çıkartabilecek kadar para var. Dergi ilgi görmezse, dört hafta sonrasına bakarız. İlk ve şimdilik tek habercimiz sen olacaksın! Böyle bir durum yani!” diyor…
Küçük bir nalbur dükkânının bir köşesinde dergi çıkartacakmışız!
“Olacak iş değil, haftalık Nokta, Tempo
dergileri o kocaman mekânlarda, yüzer
kişilik kadrolarla hazırlanırken, burada, haftalık dergi?”
Mustafa Ağabey anlıyor kafamdan geçenleri.
“Evlât” diyor,
“Var mısın birlikte yürümeye?”
Öyle içten soruyor ki…
“Yokum” diyemiyorsun.
“Varım Mustafa Ağabey.”
Yıl…
1989.
Ben, 24 yaşında bir genç.
Rahmetli Mustafa Ağabey işin başında, kardeşleri Nuri Karahasanoğlu, Ali İhsan Karahasanoğlu ağabeyler;
Bir de Dağıtım Sorumlusu Ülkü Kumral ile İlan Sorumlusu Harun Karsavran Ağabeyler.
Yabancısı olduğum bir atmosfer…
Zehir gibi koşturuyor, her hafta sekiz on röportaj yapıyor, derginin tashihi ile ilgileniyor, baskı işlerine kadar uğraşıyorum ekiple birlikte.
İslamcılarla Laikçiler arasında acayip bir gerilim var.
Cuma Dergisi’nde ne yapsak, birileri saldırıyor.
Yakın tarihin detaylarına girilmesine çok tepkili bir takım var Cuma’nın karşısında.
O vakitler, laikçi kesimin önde gelenlerine gidiyorum.
Kendileriyle röportaj yapmak istediğimi söylüyorum.
“Siz İslamcısınız, olmaz!” gibi lâflar ediyorlar.
Ben ısrarcıyım.
“Bana konuşmak mecburiyetindesiniz! Benim
mecbur olduğum sözlerinizi olduğu gibi yansıtmak, sizin de mecbur olduğunuz,
bizim okuyucularımıza da kendinizi anlatmak!”
Fena bastırıyorum.
Hepsi konuşuyorlar.
Etraf şaşırıyor, “Cuma gibi bir dergiye bunlar niye konuşurlar ki?” diyenler çok oluyor.
Rahmetli Mustafa Karahasanoğlu Ağabey, “Bizimkilerin çoğu ezilmiştir Serdar” diyor;
“Düşünsenize bizim güzel insanımızı uzun
yıllar boyunca adam yerine koymamışlar. Bir resmi daireye girdiğinde eli ayağı
titrerdi bizim adamların. Şimdi sen, böyle, kendilerini düzenin sahibiymiş gibi
görenlerin karşısına iddialı bir şekilde dikilince garip karşılanıyor tabii”..
*
*****
BEKLENEN VAKİT, BÜYÜK MÜCADELE
Cuma Dergisi o güne kadar “tabu” gibi görülen kişileri, rejimin olmazsa olmazlarını masaya yatırdı.
Yazılamayanları yazdı, tartışılamayanları tartışmaya açtı.
Dergi’den çok haftalık gazete havasındaydı.
Bu hava, Milli Görüş’ün yayın organı Milli Gazete’den başka bir “gazete”ye olan talebi gündeme getirdi.
Cuma Dergisi, kısa sürede o vakitlerin havalı dergileri Nokta ile Tempo’nun toplam satışlarını geçti.
Haftada 48 bin dergi.
Çok büyük rakam.
Bu ilgi “günlük gazete”yi getirdi.
Beklenen Vakit, 12 Eylül 1993’te yayın hayatına başladı.
Mustafa Karahasanoğlu, Nuri Karahasanoğlu, Ali İhsan Karahasanoğlu, Hasan Karakaya, Atilla Özdür, Hasan Hüseyin Maden, Kemal Güler, Yılmaz Yalçıner, Yalçın Turgut Balaban, Ahmet Kekeç, Ülkü Kumral, ekibin en genci olan bendeniz…
Çok çok kısıtlı imkânlarla, çok etkili bir gazete çıkartmayı başardı bu ekip.
Rahmetli Mustafa Ağabey’in işaret ettiği “ezik ruh hali” ile çok mücadele etti.
Hem dışarıdan laikçilerin hem de çevreden muhafazakârların hücumlarına direndi.
Bugün yazmakta olduğum, Genel Yayın Koordinatörlüğünü üstlendiğim MİLAT gazetemizin Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Ali Adakoğlu Kardeşimiz de uzun yıllar boyunca Merhum Mustafa Karahasanoğlu Ağabey ile birlikte çalıştı.
Gazetede yöneticilik yaptı.
(Kamuran Akkuş, Turgay Güler, Şükrü Kanber, Yaşar İliksiz, Ayhan Albayrak, Ahmet Emin Dağ, Hakan Kahraman, Vahdettin Yiğitcan İstanbul habercilerinden… İsimlerini yazmayı ihmal ettiklerim affetsinler)
Ali Adakoğlu Kardeşimiz ile bendeniz…
O günlere fırsat buldukça yâd ederiz.
Hayatları mücadeleyle geçmiş insanlar bir aradaydı.
Gazetecilik mesleğini büyük bir aşkla, özveriyle icra ederlerdi.
Rahmetli Mustafa Ağabey, Pazar günleri de çalışırdı.
Biz de onunla birlikte, ev halkı bizi affetsin.
Zıpkın gibi bir adamdı Mustafa Ağabey, merdivenleri ikişer ikişer çıkardı.
Hımbıl, uyuşuk, uyuz adamı sevmezdi.
Müslüman, canlı hareketli, iddialı olmalıydı.
Ezilmemeli, komplekse düşmemeliydi.
*
Allah var gam yok, Allah var, başkasından korkmak yok!
*
Cuma ve Akit vesile oldu.
Basın camiasındaki “hassasiyet sahibi” insanların bir kısmına özgüven geldi.
Bu özgüvenle tabular gittikçe daha fazla sorgulandı.
Sömürü düzeni sarsılmaya başladı.
Bu durum da, Akit Camiası’na yönelik baskıların artmasına yol açtı.
Silahlı saldırılar, bombalı saldırılar, rejim baskınları, zaman zaman “muhafazakârların da” destek verdikleri yıpratma operasyonları…
Ceza ve tazminât davaları, gözaltılar…
Ellerindeki bütün güçleri kullanarak üzerine geldiler Merhum Mustafa Ağabey ve dâvâ arkadaşlarının.
Sonuç?
Mustafa Ağabey, sonuca değil de, gayrete odaklanırdı.
“Seferden mesulüz, zaferden değil!” derdi.
Bugün…
Koca Çınar Mustafa Ağabey Rahmetli.
Edirnekapı Şehitliği’ndeki kabrini ziyaret edebilirsiniz.
Dualarınızı gönderebilirsiniz.
O dua etmeyi ve dua edilmeyi çok severdi.
Kimseye beddua etmezdi, ben duymadım.
*******
“ADAM MESELEMİZ”
Mustafa Ağabey, hep “Adam, Adam , Adam!” derdi.
İnsanımızın en büyük meselesinin “adam yetiştirme” meselesi olduğunu söylerdi.
“Adam olsun onun için iş kurarsın. Adamın yoksa, en sağlam işi kursan batarsın!” derdi.
Adam meselesi.
Adam gibi adam meselesi.
Hem “delikanlı” olacak, hem de yaptığı işin en güzelini yapacak.
Yorulmayacak, yılmayacak, komplekse girmeyecek.
Ezilmeyecek!
*
Rahmetli ile birkaç ay evvel bu “adam” meselesini uzun uzun konuşmuştuk.
Kendi gençliği ile birlikte bizim gençliğimizi de hatırlatmıştı Merhum Mustafa Ağabey.
“Şimdi” demişti, “Bir büyük boşluk meydana geldi.
Dâvâ Adamı yetişir mi, yetişirse nasıl yetişir…
Bunlar üzerinde çalışmak gerekiyor.
Biz işte, görüyorsun, haftada bir gün, Cumaları işe gidebiliyoruz artık.
Sen, sağlıklısın.
Yapman gereken işler var.”
*
“Mustafa Ağabey” dedim;
“Görüyorsunuz, at izi it izine karışmış
vaziyette. Şimdiki haller 28 Şubat’taki hallere benzemiyor.
Nasıl olacak bu iş? Kendimizi nasıl
hareketlendireceğiz ve gençlere nasıl örnek olabileceğiz?”
*
“Üzerinde çalış ve neticeyi Allah’a bırak” dedi Merhum.
Bir de…
Hakkını sonuna kadar helâl ettiğini söyledi.
“Benim de hakkım varsa helâldir” dedim ve diyorum bugün de…
Şimdi…
Bundan sonra ne yapacağız bakalım…
Mustafa Ağabey, “Adam, adam, adam!” dedi ya son olarak..
Vasiyet!..
Şimdi…
Milat Medya Grubu, Akit Medya Grubu...
Bir vasiyet gibi:
Adam, Adam, Adam!..
Genç nesilden yeni Dâvâ Adamları…
Zımba gibi gazeteciler!..