Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
02 Aralık 2023

Merhametli Tanrı'yı Kaybetmek

Modernlik içerik olarak insanlık tarihi boyunca insanın seküler içerikler açısından sürekli gerçekleştirmeye teşebbüs ettiği, fakat özel olarak form ve içeriğiyle yakın zamanda oluşmuş paradigmatik bir değişimdir. Bu sebeple sorunlarımızı bugün çözerken paradigmatik değişim boyutu her daim önümüze çıkmaktadır.

Modernlik öncellikle yeni bir insan profili yaratmayı denemiştir. Bunun nasıl bir profil olduğunu anlayabilmek için bir yandan premodern döneme bakmak diğer yandan temel karakteristiklere dikkat çekmek gerekir. Bu bağlamda modernliğin öncelikli stratejisinin dünyevileştirme olduğunu söylemeliyiz. Buradaki temel hedef ise insanın ve giderek toplumun artık dini birebir referans almaktan azade olması ve dünyayı ereğinin yegane hedefi haline getirmesidir. Çünkü insanın din ve gelenekle olan bağlantıları devam ettiği sürece, onun yeni bir insan profili olarak değişimi söz konusu olamazdı.

İkinci önemli strateji de insanı atomize bir varlık haline getirerek son kertede eski aidiyetlerini zayıflatmak üzerine kuruludur. Esasen bu bağlamda insanın birey haline gelmesinin olumlu ve olumsuz boyutlarına dikkat çekmek lazımdır. İnsanın irade etmesi, seçmesi ve yükümlülük üstlenerek fiillerde bulunması; ardından yaptıklarının sonuçlarına katlanması bizim olumladığımız bir durumdur. Fakat yalnızlaşma, bencilleşme ve duyarsızlaşarak sübjektivitenin yükseltilmesi her açıdan olumsuz sonuçlar üretmektedir.

Modernite insanı bu aidiyetlerinden ve bağlarından koparmayı denedi. Doğrusu bunda büyük oranda başarılı da oldu. Peki buradan elde etmek istediği sonuç neydi? İnsanın tamamen özgür ve kendi seçimlerini yapan bir varlık haline gelmesi mi? Tabii ki değildi. Çünkü bugün oluşan sonuçlara bakarak böyle bir cevabın rahatlıkla verilebileceğini düşünmekteyiz.

Modernlik hakikatin adresini değiştirerek yönü insana doğru çevirmiştir. 19. Ve 20. Yüzyıl boyunca insanlık kendisine hakikat olarak verilmeye çalışılan şeye mecbur bırakıldı. Özellikle dünya savaşları ile Avrupa’nın ortasında “faşizm” tecrübeleri bunun önemli göstergeleri haline geldiler. İnsanın özgür iradesi burada tecelli edemedi.

Modernliğin “sonra”sı olan post/modernlik modernliğin evrenselleştirici, totalleştirici doğasına itiraz ederken, hakikatin adresi yine insanda kaldı; ancak bu kez öznelliği keskinleşmiş ve mikro Tanrı haline gelmiş olan insan görünür oldu. İlk bakışta kendi öznelliğini yükselten, sübjektitesi bilginin sınırlarını çizen ve “kendisini gerçekleştirmek” üzere hareket geçen bu insan özgürleşmiş gibi görünmektedir.

Bu kez totaliterlik “afak”dan değil “enfüs”den sağlandı. Görünüşte postmodern durumda insan seçimlerini özgürce yapan bir varlık olarak ortaya çıkmaktaydı. Fakat bu süreçte yaşanan önemli değişimleri burada hatırla(t)malıyız. Küreselleşme bu değişimin temel çatısıdır. Bu süreçte ekranlar insanları birebir dünyaya bağladılar. Bunun bir anlamı küresel iktidarın bilgiyi dolayımlaması ise diğer anlamı insan üzerinde tüm yöntemleri kullanarak propaganda yapmasıdır. Propagandaya maruz kalan insanlar seçim yaptıklarını zannetmekte; ancak propagandanın yükselttiği trendleri takip etmektedirler.

İkincisi, küreselleşme ile ulus aşırı sermaye ve kapitalizm başka bir boyut kazanmıştır ki, parayı veren hakikati belirlemektedir. Üçüncüsü ise, tüm bu mekanizmalar postmodern seküler cemaatsel ağlar yaratmış ve insana yeni aidiyet adresi olarak da burayı göstermiştir. Tam da bu dönüşümler sürecinde artık din de totaliterlikle eşitlenmektedir. Ancak post/modern dünyanın yarattığı şey bir başka dinsel formdur.

Bu dönüşüm sürecinde yaşanan en önemli kırılma; herhalde insanın kendisini koruyacak merhametli Tanrı’yı kaybetmesi olmuştur.