Merhametli Tanrı'yı Kaybetmek
Modernlik içerik olarak insanlık tarihi boyunca insanın seküler içerikler açısından sürekli gerçekleştirmeye teşebbüs ettiği, fakat özel olarak form ve içeriğiyle yakın zamanda oluşmuş paradigmatik bir değişimdir. Bu sebeple sorunlarımızı bugün çözerken paradigmatik değişim boyutu her daim önümüze çıkmaktadır.
Modernlik öncellikle yeni bir insan
profili yaratmayı denemiştir. Bunun nasıl bir profil olduğunu anlayabilmek için
bir yandan premodern döneme bakmak diğer yandan temel karakteristiklere dikkat
çekmek gerekir. Bu bağlamda modernliğin öncelikli stratejisinin dünyevileştirme
olduğunu söylemeliyiz. Buradaki temel hedef ise insanın ve giderek toplumun
artık dini birebir referans almaktan azade olması ve dünyayı ereğinin yegane
hedefi haline getirmesidir. Çünkü insanın din ve gelenekle olan bağlantıları
devam ettiği sürece, onun yeni bir insan profili olarak değişimi söz konusu
olamazdı.
İkinci önemli strateji de insanı
atomize bir varlık haline getirerek son kertede eski aidiyetlerini zayıflatmak
üzerine kuruludur. Esasen bu bağlamda insanın birey haline gelmesinin olumlu ve
olumsuz boyutlarına dikkat çekmek lazımdır. İnsanın irade etmesi, seçmesi ve
yükümlülük üstlenerek fiillerde bulunması; ardından yaptıklarının sonuçlarına
katlanması bizim olumladığımız bir durumdur. Fakat yalnızlaşma, bencilleşme ve
duyarsızlaşarak sübjektivitenin yükseltilmesi her açıdan olumsuz sonuçlar
üretmektedir.
Modernite insanı bu aidiyetlerinden
ve bağlarından koparmayı denedi. Doğrusu bunda büyük oranda başarılı da oldu.
Peki buradan elde etmek istediği sonuç neydi? İnsanın tamamen özgür ve kendi
seçimlerini yapan bir varlık haline gelmesi mi? Tabii ki değildi. Çünkü bugün
oluşan sonuçlara bakarak böyle bir cevabın rahatlıkla verilebileceğini
düşünmekteyiz.
Modernlik hakikatin adresini
değiştirerek yönü insana doğru çevirmiştir. 19. Ve 20. Yüzyıl boyunca insanlık
kendisine hakikat olarak verilmeye çalışılan şeye mecbur bırakıldı. Özellikle
dünya savaşları ile Avrupa’nın ortasında “faşizm” tecrübeleri bunun önemli
göstergeleri haline geldiler. İnsanın özgür iradesi burada tecelli edemedi.
Modernliğin “sonra”sı olan
post/modernlik modernliğin evrenselleştirici, totalleştirici doğasına itiraz
ederken, hakikatin adresi yine insanda kaldı; ancak bu kez öznelliği
keskinleşmiş ve mikro Tanrı haline gelmiş olan insan görünür oldu. İlk bakışta
kendi öznelliğini yükselten, sübjektitesi bilginin sınırlarını çizen ve
“kendisini gerçekleştirmek” üzere hareket geçen bu insan özgürleşmiş gibi
görünmektedir.
Bu kez totaliterlik “afak”dan değil
“enfüs”den sağlandı. Görünüşte postmodern durumda insan seçimlerini özgürce
yapan bir varlık olarak ortaya çıkmaktaydı. Fakat bu süreçte yaşanan önemli
değişimleri burada hatırla(t)malıyız. Küreselleşme bu değişimin temel
çatısıdır. Bu süreçte ekranlar insanları birebir dünyaya bağladılar. Bunun bir
anlamı küresel iktidarın bilgiyi dolayımlaması ise diğer anlamı insan üzerinde
tüm yöntemleri kullanarak propaganda yapmasıdır. Propagandaya maruz kalan
insanlar seçim yaptıklarını zannetmekte; ancak propagandanın yükselttiği
trendleri takip etmektedirler.
İkincisi, küreselleşme ile ulus
aşırı sermaye ve kapitalizm başka bir boyut kazanmıştır ki, parayı veren
hakikati belirlemektedir. Üçüncüsü ise, tüm bu mekanizmalar postmodern seküler
cemaatsel ağlar yaratmış ve insana yeni aidiyet adresi olarak da burayı
göstermiştir. Tam da bu dönüşümler sürecinde artık din de totaliterlikle
eşitlenmektedir. Ancak post/modern dünyanın yarattığı şey bir başka dinsel
formdur.
Bu dönüşüm sürecinde yaşanan en
önemli kırılma; herhalde insanın kendisini koruyacak merhametli Tanrı’yı
kaybetmesi olmuştur.