Merhametli olmak ve Suriyeli çocuklar
Geçenlerde
Fatih’te Suriyeli genç bir aile dikkatimi çekti. Neşeyle koşan 5-6 yaşlarında
bir çocuk ve sevgi dolu gözlerle onu izleyen anne babası.
Birden aklıma nedense bu ailenin ve tabi o küçük çocuğun Suriye’den ülkemize gelemediklerini, şu anda orada olsalar ne durumda olacaklarını düşündüm.
Birden duygulandım. Bu çocuk ya hastalıktan veya açlıktan kırılacaktı ama büyük ihtimalle zalim Esed’in bombalarının altında kalıp parçalanarak ölecekti.
Gözyaşlarımı
tutamayarak derin düşüncelere daldım. Orada kalan diğer çocukları düşünüyorum.
Zaman durmak bilmiyor. O karşımda tatlı tatlı gülen çocuk bu defa acı içinde
çığlık çığlığa ağlıyor. Duygularım karma karışık hale geliyor.
Kahretsin diyorum, elindeki bez bebekle, parçalanmış elbiseleriyle, yüzü kan içinde, saçları yağlı, darmadağınık, açlıktan avurtları çökmüş, anası babası dâhil bütün yakınlarını kaybetmiş yavruları düşündükçe yanıyorum... Aynı şeylerden hoşlanmak ve aynı inanca sahip olmak; onlarla akraba olmak gibi bir alıp beni götürüyor. Yüreğimdeki yangının alevleri dışarılara taşıyor, adeta dağları aşıyor...
Neden diyorum. Ölümlü dünyada bu katliamlar neden? Hiç mi Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz bu zalimler.
Hırslı,
merhametsiz, kişiliği bozuk, alçağın alçağı, en vahşi hayvandan daha acımasız,
adı sanı bilinmeyen, narsisizmin ve psikopatlığın sınırlarını çoktan aşmış o
canavarlar ki, yaptıkları her şeye bir sebep buluverirler... Devlet derler,
millet derler, "hayat bir savaştır"
derler, "geçmişte çektiklerimizi
unutamıyoruz ve bir daha yaşamak istemiyoruz" derler. Toprak derler,
su derler, petrol derler, para derler.... Sanki toprak, para ve her şey onlar
için yaratılmışçasına başka insanların havaya, suya, oyuncağa, hayallere
ihtiyacı yokmuşçasına bir eda içindedirler...
Ne gereksiz, ne çöplük şeyleriz onların nezdinde...
İnsan düşündükçe fark ediyor ki, irademiz hedefleniyor. Kitlelere birbirinden beter bir kaç seçenek bırakılana dek, şeytani projelerle ayar veriliyor. Önce sıradan, insani zaaflar saptanıyor. Din, mezhep, dil, ırk, cinsiyet, ne varsa ortaya dökülüyor... En ince detaylarına dek son derecede hassas yöntemlerle gerçeğe olağanüstü yakın bir bilimsellikle inceleniyor. Hem de, Arapların, Türklerin ve cümle insanlığın, bilhassa da Müslümanların saf evlatları kullanılarak, kendi kardeşlerine ne yaptıklarını bilmedikleri, olayı salt bir kişisel doyum, reyting, yüce bir ruhun, zekânın eseri, üstünlük meselesi zannettikleri bir âlemde desem...
Hiç bir ulus, ırk değil bunlar. Bunlar gözü dönmüş canavarlar. İnsan sevgisi mi? Güldürmeyin Allah aşkına, onlar başkasının duygusundan ne anlar? Köşeye sıkıştıklarında yalandan ağlarlar... O kadar....
Bu
düşüncelere dalmamın sebebi belki de bir partinin ırkçı söylemlere sahip üstelik
profesör liderinin Fatih’te her yana astığı ırkçı, insanlık düşmanı afişlerinin
hemen yanında onlara rastlamam olabilirdi. Bu bilim (!) insanı Suriyelileri
kovacağı vaadinde bulunarak oy toplama gayretindeydi.
Şimdi ayırımcı, ırkçı paylaşımlarda bulunan, afişler asarak
taraftar bulacağını uman bu kişiye sesleniyorum: Herhalde baba değilsin. Bir insan bu görüşleri savunamaz, bir baba ise hiç
mi hiç savunamaz. Çünkü yüreğinde azıcık da olsa merhamet olur.