Merhametin Kanatları
Bir kuş kondu pencere önüne. Yiyecek bir şey aradı. Daha doğrusu önceden konan yiyeceği yemeye geldi. Onu bekleyen ev sahibi çok mutlu oldu. Kuş da mutlu oldu.
Kuş kendisi için konan
yemleri yerken ev sahibi ile göz göze geldi. Bir an durdu. Sonra kendine has
selamını verdi. İçten ve ahenkli bir ses tonuyla kısa bir müzik resitali sundu
ev sahibine. Özel bir gösteri idi. Ardından kanatlarını vura vura gökyüzünün masmavi
katlarına yükselerek uzaklaştı. Ev sahibi kuşun ardından şu cümleleri söyledi: “İyi
ki geldin, iyi ki beni unutmuyorsun.”
Ev sahibinin kuşa olan ilgisi zamanla
sevgiye ve bağlılığa dönüştü. Her sabah pencere önünde kuşu beklemeye koyuldu.
Kuş ise bu bekleyişi boşa çıkarmadan düzenli olarak gelmeye devam ediyordu.
Mevsimler değişse de bu anlamlı buluşmanın yeri ve saati değişmedi. Kuş ile ev
sahibi arasındaki bu muhabbet komşuların dikkatini çekmeye başladı. Günlerden
bir gün komşunun birisi penceresinin önüne yem koydu. Beklemeye başladı. Ancak
gelen kuş yoktu. Komşusunun penceresine konan kuş için umutlanmaya başladı.
Belki bir gün kendi penceresine de gelebilirdi. Beklemeyi sürdürdü. Kuş ise
kendisini uzun zamandır besleyen ev sahibinin penceresinden başka bir evin
penceresine yönelmiyordu. Hatta diğer penceredeki yemler daha çeşitli idi.
Uzaktan görüyordu yan komşunun bir kuş beklediğini. Buna rağmen hiç o tarafa
bakmadı. Her gün az da olsa, yemleri çeşitsiz de olsa kendisini uzun süredir
besleyen ve bekleyen ev sahibinin penceresinden başka bir yere konmadı. Bu
dostluk öyle güçlendi ki bazen yem olmadan da geliyordu kuş. Yine aynı
güzelliğini sahneliyor, ev sahibine en güzel şekilde selamını vermeyi ihmal
etmiyordu.
Uzun zaman geçti. Ev sahibi ile kuşun
dostluğu devam etti. Görüşmeleri aksamadan sürdü. Bu iki dost birbirine öyle
iyi geliyordu ki birbirlerini görmeseler, o gün bir şeyler eksik kalıyordu.
Günü tamamlayan, hayatı anlamlı kılan bir dostluktu. Ev sahibi, her gün aynı
saatte kuşu beklemeyi sürdürdü. Usanmadan… Sabırla…
Bir gün kuş gelmedi. Haber de vermedi.
Kuşu beklemeyi sürdüren av sahibi o gün pencere önünde günü bitirdi. Kuş
gelmedi. Endişesi büsbütün artan ev sahibi
çok üzüldü. Ne oldu da her gün gelen kuş, o gün gelmemişti? Muhakkak kuşun
başına bir iş gelmişti. İçini yakan sorular sordu kendi kendine. Cevap
vermekten kaçındı. Aklına kötü şeyler getirmemeye çalıştı. Üzerinden bir gün daha geçti. Güneşin
doğuşunu bekledi. Her zamanki gibi pencerenin önüne gitti. Kuşu beklemeye
koyuldu. Uzaklara baktı. Havanın bulutlu
oluşu tedirgin ediyordu. Güneş doğsa da
hava aydınlık değildi. İçindeki ateş onu yakıyordu. Kuştan ses yoktu. Kendisini
yokladı. Kuşun gelmeyişinde bir kabahatim var mı, diye sordu kendi
kendine. Onu her gün karşılıyordu,
yemini hazırlıyordu, yorulmuyordu. Keyif alıyordu ve kuş da mutlu idi. Peki,
niçin yoktu kuş? Yolunu mu kaybetti, başka bir ev mi buldu? İçinden, başka bir
ev bulmasına gerek yok, diye düşündü. Kuşun her gün uğrayıp sohbet ettiği ev
sahibi şimdi virane bir evde yaşıyor gibiydi. Dünya bomboştu onun için.
Sevdiklerimizle anlamlı değil miydi her şey? Onlar yoksa gözümüze her şey anlamsız
ve boş gelecektir. Kuş gelmiyordu. Günler geçti, haftalar geçti, kuş gelmedi.
Ev sahibi her gün aynı saatte kuşu bekledi. Umudunu hiç kaybetmedi. Kuş yok…
Ses yok… Gökyüzü boş… Mavilik yok… Dünya boş…
Ev sahibi bir gün kuş pazarına uğradı.
Bir ses duydu. İçi kıpır kıpır oldu. Bu ses tanıdıktı. Kalbi o sese ısındı.
Sesin geldiği tarafa gitti. Evet, yanılmadı. Sesinden tanımıştı onu. Çünkü o
ses ev sahibinin gönlüne öyle yerleşmişti ki kuş gitse de sesi kalmıştı. Kuş
gitse de o bakışı kalmıştı. Göz göze, kalp kalbe baktı. Ne olduysa o gün
olmuştu. Kuş, bir gün yan komşunun
pencere önündeki yemlerine baktı. Bir kez de buraya uğrasam, dedi. Ama buradaki
yem bir tuzağın içinde idi. Tuzağa kapılan kuş, bir daha kurtulamadı. Şimdi bir kafesin içinde dönen kuş, eski ev
sahibinin merhametinin kanatlarıyla tekrar masmavi gökleri kucakladı. Kuş,
merhametle özgürlüğe uçmuştu.