Merhamet, selamet, adalet
Ortadoğu’da savaşların ve çatışmaların her tarafı sardığı bir dönemden geçiyoruz. Savaşların ve çatışmaların coğrafyamızın kaderi olduğuna dair algıyı, neredeyse herkes kader olarak içselleştirmiş durumdadır. Savaşmayı ve çatışmayı başaran toplumlarımızın, barışmaya ve dayanışmaya gelince aynı başarıyı, yeteneği ve kapasiteyi ortaya koyamadığını görüyoruz. Ortadoğu’da savaşmaya ve çatışmaya olan tehlikeli eğilim, Trump gibilerinin bizi çocuklar gibi birbirmizle kavga ettirme gibi hastalıklı bir zihinle hareket etmesine neden olmaktadır. Trump gibi patolojik despotların, coğrafyamızla ve toplumlarımızla istedikleri gibi oynamasına dur demek için barış, savaş, çatışma ve çözüm kavramları üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gerekmektedir.
Suriye, Irak, Afganistan ve Filistin başta olmak üzere coğrafyamızda yaşadığımız yıkımların, savaşların ve çatışmaların emperyalist ve hegemonik güç odakları tarafından tezgahlandığına dair yaygın bir kanaat vardır. Amerika, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa gibi küresel hegemonya peşinde koşan güçlerin, coğrafyamızda kendilerinin çıkarlarına hizmet edecek şekilde sürekli kaosu, savaşı ve çatışmayı istediklerine şüphe yoktur. Coğrafyamızın Trump gibi hegemonik despotların elinde bir oyuncak olarak görülmesinin nedeni, emperyalistlerin bu coğrafyanın sakinlerini istedikleri gibi çatıştırabilecekleri şeklinde bir özgüvene ve güce sahip olduklarını düşünmeleridir. Hegemonik güçler, coğrafyamızın insanlarını birbirlerine tarihsel ve ezeli düşmanlar olarak kodlamaktadırlar. Coğrafyamızı emperyalist müdahalelere ve çatışmalara kapatmanın yolu, ne pahasına olursa olsun acil bir şekilde birbirimizle kardeş ve dost olmayı öğrenmemiz gerekmektdir. Ortadoğu halkları birbiriyle dost ve kardeş olmayı başardıkları vakit, bölgemizde emperyalizmin ve çatışmanın sonuna geldiğimizi söylememiz artık mümkün olacaktır.
İnsanlığa Tevhid mesajını getiren İslam, insanlığın merhamet, selamet ve adalet çerçevesinde birbirleriyle tanışmalarını ve yardımlaşmalarını, yeryüzünü imar etmelerini istemektedir. Merhamet, adalet ve selamete aykırı her türlü tutum ve davranış, yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmak anlamına gelmektedir. Tevhide inanan Müslüman insanlar olarak asli vazifemiz, birbirimize karşı merhametle, selametle ve adaletle muamele etmektir. Ortadoğu toplumlarında rahmet yerine vahşet, selamet yerine adavet, adalet yerine ise zulümat egemen olmuş durumdadır. Coğrafyamızı kan deryası olmaktan çıkarmanın yolu rahmet, selamet ve adalet kapasitemizi geliştirmektir. Huntington, Müslüman coğrafyayı kanlı sınırları olan yerler olarak nitelemektedir. Coğrafyamızı merhamet ve adalet coğrafyası haline getirme şeklindeki insani ve İslami sorumluluğumuzu bütün gücümüzle yerine getirmemiz gerekmektedir.
Şiddetin ve çatışmanın hiçbir insani, İslami ve ahlaki meşruiyeti yoktur. İslam’ın Tevhid mesajının özü, insanın yaşaması ve yaşatılmasıdır. Şiddet ve ölüm, hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz ve yaygınlaştırılamaz. İslam, her türlü faaliyetimizden barış pınarları fışkırmasını gerektirmektedir. İnsanlığın asli barış pınarı, barış dini olan İslam’dır. Ortadoğu toplumları, İslam’ı fıtri barış pınarı olarak anlamak ve idrak etmek durumundadırlar. Mezhep, kabile, etnisite ve kimlik adına birbirleriyle savaşan Ortadoğu halkları, İslam’ı kendileri için bir barış ve hayat pınarı haline getirme şeklinde bir idrak ve hayat modeli ortaya koyamamışlardır. İslam’ı barış ve hayat pınarı olarak yaşamak şeklinde çetin bir meydan okumayla yüz yüze olduğumuzun farkına varmak ve bunun gereklerini yerine getirmek şeklinde bir sorumluluğumuz vardır.
İslam, sahih ahlaktır. Peygamberimiz, alemlere rahmet olarak gönderildiğini ve güzel ahlakı tamamlama şeklindeki misyonunu ifade etmektedir. Fıtrat dini olan İslam’ın rahmet, selamet ve adalet olarak hayata aktarılması için Müslüman toplumların birbirleriyle çatışma hastalığından kurtulması gerekmektedir. Şiddetin ve çatışmanın çözüm değil, Ortadoğu’nun kadim sorunu ve hastalığı olduğunu ümmet olarak anlamalıyız. Merhamet, selamet ve adaleti birlikte idrak etmediğimiz sürece, coğrafyamıza ve ümmete emperyalist müdahalelerin yapılmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz.