Memur ekonomisine ara formül
Necmettin Erbakan Başbakanlığındaki 54.Hükûmet, ülkedeki alım gücünü artırmanın talebi hızlıca artıracağını, daha sonrasında ise taleple birlikte üretimi ve yatırımı da artıracağını düşünerek kamu çalışanlarına yüksek oranda zam yaptı.
Yaptığı zamlarla kamuda çalışan emekçinin enflasyona
ezilmesinden öte emekçilerin uzun yıllardır ilk kez kazancını katladığı bir
düzene geçildi.
Bugünlerde sorumlularının bir bir hapse atıldığı 28 Şubat süreci sonrasında başbakanlık
yapan Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit bu politikayı devam ettirmediler.
Politikanın devamlılığında öne çıkan engellerden biri Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde Türkbank ihalesi konusunda Yüce Divana gitmesine
neden olan bankacılık sorunları...
Memur
alımlarında sınav şartını getirerek milyonlarca insanın torpilsiz bir şekilde
kamuya girmesini garanti altına alan Bülent Ecevit ise daha sonra “Biz onu Hüsamettin’den biliriz” diyecek
meseleler de diğer sorunları oluşturdu.
Politikanın bitişi ise son olarak anayasa kitapçığı olayı ve
yazarkasa atan esnafın tepkisiyle beraber gelen Türkiye’nin yaşadığı finansal
krizin reel sektöre yansıması oldu.
Kemal Derviş ile
gelen IMF programıyla kamu başta
olmak üzere zamlar düşük tutuldu.
Ama enflasyonda sağlanan düşüşle maaşların alım gücünü
artırarak zam yapmadan zam sağlanmış oldu.
Yaşananlar gösteriyor ki Türkiye’de kamu çalışanları makro
ekonomik politikaların uygulamasında önemli birer araç olarak kullanılıyor.
Ekonominin harekete geçirilmesi için de, tasarrufların
artırılması için de ilk adım her zaman kamunun yaptığı ödemeler üzerinde
oluyor.
2010 yılına kadar daha önce yapılan zamların yanında alım
gücü yükselen memur maaşları gençlerin mühendislik, mimarlık hatta tıp yerine
memur olmak arzusu taşıdıkları bir dönemi beraberinde getirdi.
Serbest piyasada potansiyelini aramak ve uluslararası
piyasalarda yer bulmaya çalışmanın yoruculuğu yerine devlet kurumlarının
sağladığı bu güven alanını doldurmak isteyen gençlerin, bilişim çağının
getirdiği fırsatları kullanan yurtdışıdaki akranlarına uymaması ülkemizin
önemli bir yarışta hiç kulvara çıkmamasına neden oldu.
Herkes memur olmak istedi.
Gelir garantisi ve alım gücünün yüksekliğinin cazip kıldığı
memuriyet girişimcilikten uzak duran insanların ana hedefi hâline geldi.
100 bin memur kadrosu için milyonlarca gencin sınavlara
hazırlanması genç ve nitelikli beyinlerin en güzel yıllarını heba etmesine
neden oldu.
2010 sonrasında yaşanan sorunlar ise kamuya alımda
sözleşmeli ve taşeron çalışanın “önceliklendirilmesi” sürecini tetikledi.
Asıl işi yapan memurlar azaltıldı.
Sözleşmeli ve taşeron çalışanlar asıl işi yapar hâle geldi.
İlk başlarda bir şirket gibi verimlilik esasıyla
yürütülmesinin amaçlandığı kamu kesiminin daha sonrasında yine eski düzene geçmesi
kamu kaynaklarının etkin kullanımını da sekteye uğrattı.
Bugün kamunun kaynak bulmakta zorlandığı, yüksek enflasyonu
baskılamaya çalıştığı bir dönemde gerçekleşen toplu sözleşme görüşmelerinden
memurların arzu ettiği beklentiyi karşılaması pek de mümkün değil.
Bu durumda devletin de memurun da memnun olacağı bir ara
formül getirilmesi çok önemli.
3600 ek göstergenin tüm memurlara uygulanması konusuyla kısa
dönemli kamu mali disiplininin korunması hedefleniyor.
Ülkelerin üretimlerinin merkezinde yer alan özel kesim sanayi
müteşebbislerini de memnun etmek çok önemli.
Eğer sanayi durursa hizmet ve tarım üzerinden bir yol
gidilmesi gerekir ki Cumhuriyet’in ilk yıllarında gidilen bu yolun istenilen
atılımı sağlamadığını ve kalkınmanın önünde tıkaç olduğunu gördük.
Eğitimli nüfusun küresel ölçekte girişimcilik yaklaşımıyla
üretime katılması bugünün dünyasında ve Türkiye’sinde olmazsa olmaz bir gerçek.
O zaman memurların da asıl işi dışında girişimci olmasına
müsaade edilecek bir düzenleme getirilmesi gelir garantisi olan ve risk iştahı
yüksek olan bir grubun direkt üretici olmasını sağlayabilir.
Kamuda yapılmayan ve kamuya satılamayacak mal ve hizmet
üretimi için yapılabilecek böyle bir düzenleme aynı zamanda kamu çalışanlarının
da ekonomik refahını artırabilir.
Zor ama imkansız değil.