Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Meleklerin nerede?

“Kalpten kalbe bir yol vardır görünmez.”

Mesafeler uzak olsa da, yollar, mekânlar, insanlar, hastalıklar, ölümler ayırsa da meşrep olarak aynı olan, sevdaları, dostlukları, vuslatları aynı kadere çıkanlar bir gün buluşurlar. Artık modern zamanların yalnızlığında yaşadığımız hastalıklar ve dünyayı kasıp kavuran pandemi ile herkes sanal görüşmelere doğru bir buluşma zemini oluşturmaya çalışıyor.

Ne zaman nasıl tanıştık. Hangi sözlerle, hangi çağrışımlarla, mesajlarla aynı dili konuştuğumuzu anladık şimdi hatırlayamıyorum. Ama işte tıpkı güzel ozanın söylediği gibi benimde yüreğime tercüman olan ve sık sık kullandığım “Kalpten kalbe bir yol vardır görünmez” diyen bu topraklar kadar kadim bir ozanın dizelerine uyarak bir yol bulmuştuk işte yürekten yüreğe akan, dostlukla kardeşlikle sarmalanmış.

Sanal büyülü gerçekçiliğin tam ortasından akan sevgi ve dostluk sözleri. Ortak duyarlılıklar, acılara ve sevinçlere karşı aynı duygusallığı ağırlamaktı belki bizleri yakın eyleyen.

Benim evliliğim başka diyor, siz benim ablamla yaşıtsınız o zaman diye sorduğumda. Çünkü okutup nice emeklerle doktor yaptığı büyük kızı 34 yaşında. Merakla bekliyorum bu başkalık nasıl bir durum diye. Sonra tane tane konuşuyor ekran arada donuyor ama yüzünde incelikli bir tebessümle; iki küçük kızım vardı evlendiğimde diye devam ediyor. Ben çok şanslı bir anneydim onlara vuruldum önce, onları görür görmez kabul ettim evlenmeyi.

Derin bir nefes alıyorum. Birkaç yıl önce genç yaşta vefat eden arkadaşım ve arkasında bıraktığı körpecik iki yetimi geliyor aklıma. O yetimler hep aklımda, hep duamda zaten. Çok yalvardım, çok ağladım geceler boyu Rabbime, Rabbim onlara, onların yüreklerine seslenebilecek, yetim başlarını şefkatle okşayacak bir anne gönder diye. Hatta bir ara ortak arkadaşlarım bu dualarımla aradığım mezkûr kişiyi benim bulmamı istediler. Ama arkadaşımı o kadar seviyordum ki, kimseyi onun karşısına koyamadım, kimseler onun gibi olamazdı. Sonra duydum, kıymetli eşi evlenmiş. Hem de oğlu olan bir hanımefendiyle. Namazda bir arkadaş görmüş oğlum demiş yanındaki delikanlıya. “Oğlum” derken nasıl da yüzü gülüyordu samimiydi diye ekliyor gören arkadaş. O zaman kendi çocuklarına da “yavrularım” diyen bir anne bulmuştu. Aradan zaman geçince, görüyorum arkadaşımın eşini, selamlaşıyoruz. Abi diyorum, nasıl dua ettim kalbine göre, şu güzelliklere bir anne göndersin Rabbim, sen hayırlı bir yuva kur, nasıl dua ettim bilemezsiniz. Çünkü elimden duadan başka bir şey gelmiyordu. Yüzüne bir utangaç tebessüm yayılıyor, yere bakarak konuşurken hafiften titriyor sesi. Öyle oldu kardeşim, sizin dualarınız kabul oldu, hamdolsun yürekli bir insan çıktı evlatlarımın benim karşıma. Her zaman düşünmüşümdür Batı masallarının nasıl da travmatik yersiz düşüncelere çocukları sevkettiğini. Örneğin Pamuk Prenses, Kül Kedisi. Bu masallarda varolan üvey anne nasıl da acımasız, merhametsiz ve kötülüğün sembolü. Bu masallarla büyüyen çocuklar bir gün gerçekle yüzleşince, karşılarına kendi anneleri dışında bir cici anne çıkınca nasıl duygular içinde olacaklar. Bu masallarla çocuklarımız büyütülmemeli diye düşünmüşümdür her zaman.

Artık arkadaşımın yetimleri bir anne şefkati ve sıcaklığıyla biliyorum bir güzel insanın kucağında. Buna gönülden inanıyorum artık ve Rabbime dua ediyorum.

Fazilet Abla sakin konuşuyor. Artık birbirimize yazmayı bırakarak telefonlara sarıldık, görüntülü konuşuyoruz adeta uzakta olsak birbirimize gönülden sarılır gibi. Kelimelere ve dahi sözlere yükleyerek ortak sevgilerimizi ve duyarlılıklarımızı. Ben evlendiğimde 27 yaşındaydım, Sena 5, Selma ise 3 yaşındaydı. Ben onlara vuruldum, önce onlara anne olmak istedim. Sonra Meryem doğdu.

Diyorum siz ne güzelsiniz ya. Siz diyorum ne güzel cennetleri kucaklamışsınız. Demet demet güller, nergisler, papatyalar, gelincikleri kucaklamışsınız. Cennetleri sermişsiniz önünüze, arkanıza, bu dünyanıza ve öte dünyanıza ablacığım. Daha ne olsun. İki yetime anne olmak, iki yetimin yüreğine merhem olmak bundan daha güzeli var mıdır ki. Budur işte cennete, merhamete, sevgiye yürümek.

Alt katımızda bir teyzemiz vardı beni durdurur, nurani çehresini hafif bir tebessüm kaplar, “Nerde senin meleklerin, hani neredeler” diye sorup sorup dururdu diye devam ediyor.

Benim evdeki meleği öldürmekten Virginia Woolf’un, kendine alan açmak için, yazı yazmak için, varolmak için “evdeki meleği öldüreceksin” ifadelerine benzer ifadeleri terennüm ettiğim şu zamanlarda duyuyorum bu cümleleri. “Meleklerin nerede?” diye sorunca daha bir anladım diyor Fazilet Abla meleklere imanın gerçekliğini. Sanki o zaman gerçekten görünmez halde bizimle olan her yanımızı kuşatmış, yazıcılar olarak da her daim dünyalık kayıtlarımızı tutan o büyük meleklerin varlığını da yakînen duyumsuyordum. Yüzündeki kırışıklıkların ona kattığı kadim güzellikle konuşurdu teyzemiz rahmet olsun, “Söylesene bunca işin altından sen nasıl kalkıyorsun nerede senin meleklerin?” diye beni her gördüğünde soruyordu.

Ben de hep düşünürüm, evet bize yardım eden melekler olmasa bunca işin altından kalkamazdık elbet. O zaman yüzüme bir gülümseme yayılıyor, yüreğime bir ırmak akar gibi oluyor. Ah abla diyorum benim de yardımıma koşan meleklerim olmasa bunca işin altından nasıl kalkarım. Ama neden ben de bunu hiç böyle düşünmedim, düşünemedim. Ben daha çok İnşirah Suresi’nin ayetlerini deva buldum kendime. Hani diyordu ya Rabbim: “ Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var. O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul.

Ve yalnız rabbine yönel.”

Yorulmak başka bir işe başlamaktı benim için. Dinlenmek için işimin türünü değiştirdim. Kayınvalidemin gözleri görmüyor, ona bir bebek gibi bakıyoruz, her şeyiyle ilgileniyorum diyor yüzünde mütebessim bir gülümseme ile. Arada görüntü donuyor. Fazilet ablanın yüzü donuyor. Ama gülümsemesinin sıcaklığı akıyor donmuş telefon ekranından.

Tekrar donan telefon çözülüyor, Fazilet Abla tane tane anlatıyor. Kardeşim yıllarca çalıştım, Kuran Kursun’da idarecilik yaptım. Haftada iki gün gidiyorum gönüllü olarak. Bu sene sağlıkla imtihan olduk. Orada öğrencilerim var. Gençlerle olmayı önemsiyorum, onlar bana heyecan ve şevk katıyorlar. Yemek yapmayı seviyorum, mutfakta olmak bana büyük bir haz veriyor. Elişi de yapıyorum. Bence kadınların inanılmaz güçleri var ve çok güçlü yürekleri var. Erkek bakış açısıyla her şeyimiz yorumlanmış ama kadın bakış açısının toplumsal yaşantıya, aile yaşantısına ve sanata çok şey katacağını düşünüyorum. Kızlarımı okuttum, birisi doktor oldu, birisi öğretim görevlisi, küçük kızım da okuyor. Bence kadınlar kendi ayakları üzerinde durmalılar diye düşünüyorum. Siz de yazın, kitaplarınız olması muhteşem ötesi bir durum benim için.

Sesi billur gibi akıyor Fazilet Abla’nın yer yer kesilen görüntüsünden yüzünü, gözlerini görmeye çalışıyorum. Ne güzel insanlar, ne güzel anneler, ne güzel gelinler, ne güzel eşler var Allah’ım diyorum.

“Meleklerin nerede?” diye soran teyzemiz öldü rahmet olsun diyor. Ama onun o sorusu beni gerçekten farklı bir duyarlılığa ve yakînen meleklere imana taşıdı. Şimdi inanıyorum ki tüm bu işlerin altından meleklerin yardımı ile kalkıyorum. Yoksa ben aciz bir kul bunca işi nasıl çekip çeviririm.

Telefon görüşmemiz bittikten sonra ince uzun mütebessim yüzü, hangi renk olduğunu anlayamadığım ama derin anlamlar yüklü gözleri kalıyor aklımda Fazilet Ablanın. Ve yüreğime bir şifa gibi akan konuşması. Diyorum Rabbim sen ne güzellikler yaratıyor, yaşatıyorsun.

Ben de o zaman yazdığım yazılara bakıyorum. Bileklerim şiş halde spatula ile yaptığım devasa tabloları düşünüyorum. Sonra dolup dolup boşalan tencereleri, hiçbir zaman boşalmayan mutfak tezgâhını, yatak odasını çamaşırhaneye dönüştüren yığınla bitmeyen çamaşırları. Küçücük ellerime bakıyorum, şişen parmaklarıma. Evet, ben bu kitapları bu parmaklarla yazdım. Bu yerleri bu ellerle sildim, domates doğradım, karpuz kestim, fasulye kırdım, çamaşır suyu ile tuvaletleri akıttım. Sonra dağınıklıkları toplarken, aman anne yaşanmışlık var evimizde takma diyen çocuklarıma bağırdım bazen avazım çıktığı kadar. Masalar doldu boşaldı misafirler ağırladım, ayaklarım ağrıdı sabahlara kadar, ama yüreğimde o paylaşmanın lezzeti vardı… Allah’ım diyorum dört evlada anne olup, altı kişilik bir ailede yaptığım ne varsa Senin büyük yardımınladır şimdi daha iyi anlıyorum. Her şey sendendir Rabbim. Senin meleklerin geliyor bana yardıma. Yoksa böyle klavyelerde kayar gibi akan parmaklarım, rengârenk tabloları boyayan parmaklarım yetmez, yetişemez. Benim aciz yüreğim ne kelimeler ırmağının akışına, ne renklerin dünyasındaki rengârenk ebemkuşaklarına ne de ev işlerini ağır işçiye çeviren bedenimi güçsüz kıldığı zamanlardaki zorlu hallerine yetişir.

Nerede Rabbim benim meleklerim? Nerede onlar, ben onlara şükretmek teşekkür etmek istiyorum. Tıpkı Fazilet Abla’nın ismiyle müsemma güzellikleri omuzlamış, o eşsiz yüreğine merhametin en güzelini yükleyerek yetimlere hami olmuş o güzel ablamızın yardımına koşan meleklerin biliyorum artık, yakînen biliyorum benim de yardımıma koşuyorlar. Yoksa gerçekten ağrıyan bir bilekle, şişmiş parmaklarla, ev işlerinden yorgun düşmüş bir bedenle bu yürekten bu yazı zor çıkardı Rabbim. Teşekkür ediyorum Rabbim, şükrediyorum Rabbim sana şükrediyorum. Meleklerine teşekkür ediyorum Rabbim…

(Bir Nokta Dergisi Kasım 2020 sayısından alıntılanmıştır.)