Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

17 Temmuz 2022

Mehmet Şevket Eygi

Mehmet Şevket Eygi’yi böyle bir temmuz ayında 12 Temmuz 2019 da kaybettik. Kendisini rahmetle anıyorum.

1973 yılında İstanbul Tıp Fakültesi 1. Sınıfa yeni başladığım aylardı. Lübnan’da bir nevi sürgünde olan M. Şevket Bey’in İstanbul’a döndüğünü duyduk. Randevu alıp birkaç tıbbiyeli ziyaretine gittik.

1971’ deki 12 Mart darbesi 68 kuşağı sol anarşistlerinin ülkeyi sürüklediği kaos nedeniyle yapılmış olmasına rağmen, esas darbeyi Müslümanlar yemişti. Başı dik duran bütün Müslümanlar, sen neden Kur’an okuttun, sen neden şapka giymedin, sen neden İslam yazısı öğrettin gibi sebeplerle Eskişehir sıkıyönetim hapishanesine sol anarşistlerle birlikte doldurulmuştu. Şevket Bey de darbeden nasibini almış, gazetesi kapatılmış, yurt dışına gitmek zorunda kalmıştı.

Ülkeye döndüğü günlerde Şevket Bey’i Yerebatan Sarnıcı’nın yanındaki bürosunda bir akşam üzeri ziyaret edip “hoş geldiniz” demiştik. Yerlere kadar kitap dolu bir odada bizi kabul etmişti.

Tanıştık.

Tıp talebesi olduğumuzdan da bahsettik.

Şevket Bey, hoşbeşten sonra, bizlere “Okuma-yazma biliyor musunuz?” dedi. Biz irkilerek “Tıp talebesi olduğumuzu” tekrarladık. Hemen arkasındaki raftan aldığı güzel cildi olan bir kitabı bize uzattı. Yüksek sesle okumamızı rica etti. Pek naif, pek kibar bir beyefendi idi. Kitabı sıra ile elden ele dolaştırdık. Arkadaşlarım, okuyamadık dediler. Kitap bana geldiğinde yarım sahife kadar okudum. “Siz lise düzeyinde okuyorsunuz” dedi. Kitap İslam Harfleri ile yazılmış Türkçe bir eserdi.

Yazımın kalan kısmını rahmetli Şevket Eygi’den biraz kısalttığım bir alıntı ile tamamlayacağım:

Evine kapan ve ağla...

Bu, Peygamberimizin birine öğüdüdür.

Bizim bu devirde günde en az bir saat ağlamamız, inlememiz, kahır ve kederden kendimizi yerlere atmamız zamanıdır. Yazık ki, gaflet denizine gark olmuşuz, dünyadan haberimiz yok, aklımızca keyf sürüyoruz.

Şu mukaddesatımızın haline bakınız:

Bundan üç yüz sene önce vefat etmiş bir Müslüman mezarından çıksa ve şu günahkâr şehre baksa ne der?.. Aaaa! Kostantiniyye elden gitmiş... diye bağırmaz mı?

İmansızlık ve irtidat (dinden çıkış) almış yürümüş...

Muhadderat-ı İslâm sokaklarda, meydanlarda hamam anası kıyafetinde gezip tozuyor.

Millete nasihat edecek, emr-i mâruf nehy-i münker yapacak ulema kalmamış.

Tekaya ve zevaya mesdud... Gönül terbiyesi veren ocaklar sönmüş.

Henüz camiler açık ve namaz kılmak serbest ama vakit namazlarında ibadet yerlerine Müslümanların yüzde beşi bile gitmiyor.

Ayaklar baş olmuş, başlar ayak...

İsmet perdeleri çak çak edilmiş...

İçki seller gibi akıyor...

Kumar yaygın hale gelmiş...

Uyuşturucu 10 yaşındaki okul çocukları tarafından bile kullanılıyor...

Fâizin, ribanın girmediği yer yok...

Rüşvet, hile, yalan, aldatma, mekir, toplumu koyu bir sis gibi sarmış, göz gözü görmüyor...

Nifak şikak, yalan dolan, günah isyan, fısk fücur gırtlağa kadar...

İnsanlara, topluma gereği gibi nasihat eden yok...

Emanetlere hıyanet ediliyor...

Haram yeme yaygınlaşmış...

İslâmcı geçinen, sofu görünen birtakım kurtlar malı götürüyor...

Bina bina bina... Zina zina zina...

Dindarlık suç, dinsizlik moda...

Biz bu felaket tablosu içinde neler yapıyoruz.

Otomobillerimize binip zevk ü sefa yapıyoruz

Pikniklere verdiğimiz önemi din hizmetlerine vermiyoruz.

Mânevî bir zelzele halkın ve gençliğin bir kısmını yerlere sermiş, onların yardımlarına koşmuyoruz. Nasıl koşacağız? Onu da bilmiyoruz...

Kadın, misafir günü için kek yapmış, kek fırında yanmış, kadın hırsından ve üzüntüsünden ağlıyor. Din ve imanla ilgili felâketlere ağlayan var mı?

Beride tuzu kuru, geliri bol birkaç Müslüman konuşuyor: Bumbarcı Kerrake Usta’nın yeri açılmış, oraya gidelim, midelerimize bayram yaptıralım. Ah bumbar vah bumbar...

Zengine kadın, kocası Hacı Zengin’e bağırıp çağırıyor: Şerefimiz beş paralık oldu. Bizi dört yıldızlı Hotel’de yatırmaya utanmadın mı? Biz aristokrat Müslümanız, bizi yedi yıldızlıdan aşağısı paklamaz...

Fakir Müslüman öğrenci üniversiteye yırtık pabuçla giderken zengin Müslüman çocuğu Porsche arabayla gidip geliyor.

Bir yanda aç ve sefil Müslümanlar, öbür tarafta iyi, lüks, pahalı yemekleri bol bol yiyerek, israf ederek semizleşmiş tombul tombul Müslümanlar...

Bir yanda kara çarşaflılar diye hakarete uğrayan Müslüman kadınlar, öbür tarafta mor, yeşil, pembe, eflatun, açık sarı, koyu sarı, al, kırmızı, yeşil, havaî mavi, mor renklere bürünmüş, saçlarını deve hörgücü gibi yapmış tesettürlü Gökkuşağı bayanlar...

Onbir ay bile bile, müteammiden, kasıtlı olarak günah işleyen ve sonra bir umre yaparak analarından doğdukları gibi temizlendiklerini sanan Umre Beyler...

Karun gibi zengin dini bütünler...

Çıt kırıldım Müslümanlar... Kuşkonmaz Müslümanlar...

Papazları, hahamları çok seven, kendilerini uyaran Müslümanları hiç sevmeyen “örnek” Müslümanlar...

Emanetlere hıyanet edenler...

Gıybet ederek günde bir ton ölü eti yiyenler...

Hele şu zat yok mu, o bir âlemdir. İçinde alkol olduğu kuruntusuyla eline limon almaz, limon sıkmaz. Aman ne takva aman ne takva...

Bağdat’ta tavuk gibi Müslüman boğazlanıyor, bizimki ziyafetten ziyafete, sohbetten sohbete, piknikten pikniğe, bir zevk ü sefadan ötekine koşuyor. Böyle sofu, evlere şenlik...

Ekşi ayran ve beklemiş şıra içmezmiş, aman ne sofu ne sofu...

Bağdad’da, Afganistan’da, Filistin’de, Çeçenistan’da Müslümanlara yapılan zulümlerin katliamların ekşi şıra kadar önemi yok mu?

Min gayrihaddin (haddim olmayarak) uyarıyorum:

Ya Doğuda ayağına diken batan Müslümanın acısını yüreklerinizde hissedersiniz, yahut, böyle bir şuura sahip olmazsanız, başınıza gelecek felâketlere hazır olursunuz.

.