Mehmet Âkif'i anlatma!
“İstiklal Marşı”mızın kabulünün 100. yılındayız. İstiklal Marşı ve onun büyük şairi Mehmet Âkif hakkında bugüne değin çok şey söylendi ve yazıldı. Bugün tüm bunları bir tarafa bırakıp başka bir cepheden Mehmet Âkif’e bakma gereği hissediyorum. Öncelikle onun aziz ruhu şâd olsun ve milletimize armağan ettiği “İstiklal Marşı”mız ebediyen var olsun!
Mehmet Âkif hakkında yazılan ne kadar eser varsa bugüne değin takip etmeye, birçoğunu okumaya çalıştım ve Mehmet Âkif hakkında konferanslar verdim. Bugün geldiğim noktada Mehmet Âkif’i anlatma konusunda kalbim rahat ancak dilim ifadede zorlanıyor. Çünkü öylesine masum ve mazlum bir hayatı ve şahsiyeti anlatıyorsunuz ki kendi hayatınızda bunların olmadığını ve toplumda giderek devam eden kirlenmeyi gördükçe derin bir mahcubiyete bürünüyor ve susmak istiyorsunuz. Âkif’i anlatmak gerçekten gün geçtikçe zorlaşıyor. Bazen şunu da diyebiliyorsunuz: Onu anlatmaya temiz bir hayat, temiz bir lisan ve bozulmamış bir istikamet gerekiyor.
Ülkemizde insanların kıymeti hep öldükten sonra biliniyor. Merhum Âkif hayatta iken ve hayatının son demlerinde sahipsiz ve çaresiz kalmıştır. Mısır Apartmanı’na sığınmıştır. Bu mevzular çokça dile getirildi. Aslında hikâyenin bu yönünü gündeme getirerek buradan trajik bir fotoğraf üzerinden üzülmek de istemiyorum. Hikâyenin bu veçhine odaklandığımızda Âkif’in bize söylediğini unutuyor veya göz ardı ediyoruz. Oysa esas mesele, onun mirasına sahip çıkmak, onun yürüdüğü yolda yürümek ve bize bıraktığı hakikati savunmaktır. Bunun için bedel ödemek gerekir. Şimdi övmek çok kolay. Zor zamanlardan geçildi. Hatta onu övmek pirim de sağlayabilir. Kimileri onun ismi ile kapılar da açıyor olabilir. Diyorum ya, gerçek olan, doğru olan onun istikametinde olabilmektir.
Âkif‘i yaşatmak için okullara ismini vermek yeterli değildir. Onun hayali olan Âsımları yetiştirmek gerekir. Aslında Âsım, Âkif’in ruhudur. Gelecekte tahayyül ettiği nesil için Âsım desek de aslında Âsım, Âkif’in hayatında tebarüz etmektedir. Çünkü Âkif, ilim adamıdır, şairdir, hafızdır, sporcudur, iyi bir dosttur, sözünün eridir, feragat ehlidir, fedakârdır, cesurdur ve milleti için ömrünü vermiştir. Âsım’ın tüm evsafı Âkif’tedir. Merhum Âkif’i anlatma yarışına giren bizler, kendimizi onun terazisinde tartalım. Günden güne öldürdüğümüz hasletlerimiz varken Âkif’i anlatmak kolay mı? Peki, kim anlatmalı Âkif’i? Kimsenin anlatmasına gerek yok! Evet, Âkif’i “Safahat” anlatıyor. Onu okuyalım, okutalım, yayalım eserini. Sindire sindire okuyalım, hayatımızda tatbik edelim. Var mısınız? O zaman bir hususu da açıklamak lazım. Malum olduğu üzere çokça Safahat baskısı yapıldı. Tabii ki yukarıda ifade ettiğimiz gibi artık Âkif’i anlatmak tehlikeli değil. Daha dün sayılır, onu “bellemeye” yeltenen alçak ve habis ruhlar vardı. Kim, kaç kişi dik durabilmişti?
Bizde “millî ve dinî” alanı ihlal ve kullanmak suretiyle metalaştırmak meşhurdur. Merhum Âkif’i de diline dolayan ama onun aziz hâtırasını yaşatmak uğruna kılını kıpırdatmayan nice “muhafazakâr” var bu memlekette. Âkif’in çocuklarının ve ailesinin çektiği sıkıntıyı görmeyenler, duymayanlar resmî programlarda harcıâlem cümleler kuruyor, beylik sözler ediyordu. Ne var ki perdenin ardı başkaydı.
Yasaklı ve tek partili dönemlerde Âkif’i anmak, onunla dostluk kurmak cesaret istiyordu ama Neyzen Tevfik yılın belli zamanlarını Mısır’da geçirerek yakın dostu Âkif’i yalnız bırakmıyordu. Sorsanız kimdir Neyzen Tevfik, başlarlar içiyordu diye. Oysa bir şahsı değerlendirirken özel hayatı yerine, onun hak ve adalet tarafında olup olmadığına ve doğruları söyleyip söylemediğine bakmadık veya bakmak işimize gelmedi. Buna benzer bir hâli dün yaşadı bu memleket. 19 Mart tarihli yazısında Ertuğrul Özkök, Hürriyet gazetesindeki “Önceki gün basılan bir kitabın önsözünden hüzünlü bir hikâye” başlıklı yazısında merhum Âkif’i ve onun nice sıkıntılara katlandığını anlatmış. Bizim nice insanımızın sağır kaldığı konuları hatırlatmış. Bunları yazarken değerli dost Fatih Bayhan aradı, kendisinin yayıma hazırladığı TDV Yayınları’ndan çıkan “Safahat” için teşekkürümü bildirdim. Merhum Âkif’in torunu muhterem Selma Ersoy Hanımefendi’nin imzalayıp gönderdiği “Safahat” üzerine konuştuk. Değerli dost Fatih Bayhan çok önemli gelişmelerden ve müjdelerden bahsetti. “Safahat Müzesi” açılacağı bilgisini verdi. Mehmet Âkif Ersoy’un manevî ve kültürel mirasına sahip çıkma yolunda ciddi gayretleri olan Sayın Bayhan ve ekibini tekrar kutluyorum.
Mehmet Âkif, iman dolu bir göğsün sahibidir. Hayatı şiir olan çilekeş bir Müslüman. Onu anlatma, onun gibi yaşa. Vesselam!