Mehmet Akif ve düşünce dünyası
Devleti asker korur,
siyasetçi kurar, sanatçı tahkim eder. Asker yer gösterir, siyasetçi binayı
diker, sanatçı şekil verir. Koruduğu devletin yönetimini siyasilere tevdi
etmeyen asker, yönetimini sanatla buluşturmayan siyasetçi ve ürettiklerini
milletinin, devletinin, insanlığın çıkarına yöneltmeyen sanatçı hastalıklıdır.
Bu sebeptendir ki her savaşı mutlaka bir düzen, her düzeni de mutlaka bir
duyarlılık takip eder. Bugüne kadar ne kurtarılmış bir memleketi ilanihaye
askerin yönettiği bir anlayıştan ne de devletin gücünü yukarılara taşımak için
sanat ve edebiyattan yararlanarak onu sahip olduğu medeniyetin zenginlikleriyle
buluşturmayan bir zihniyetten başta kendisi olmak üzere hiç kimseye fayda
gelmemiştir, bundan sonra da gelmeyeceği açıktır.
Dışarıdan bakıldığında
her ne kadar sanat ve edebiyat siyaset, bürokrasi ve askeriyenin yanında
önemsiz gibi görünse, onlara nazaran kuvvetsiz addedilse bile Valery’nin dediği
gibi “ten deriye değil, derine aittir” ve derin, bütün gücünü tenden alır.
Sanat ve edebiyat hayatın tenidir. Bünyesini güçlendirmek için ondan
yararlananlar, onu vücudunun koruyucusu addedenler hep kazanmıştır. Yine bu
sebeptendir ki sanatı ve edebiyatı gelişmiş, kendisi geri kalmış hiçbir devlet
yoktur. Yine bu sebeptendir ki şöyle bir bakıldığında dünyanın en güçlü
ülkeleri sanat ve edebiyatı da güçlü olanlardır. Steinbeck’siz, O Henry’siz,
Jack London’sız bir ABD nasıl dünyanın süper gücü olacak idi? Shakespeare’siz,
Dickens’sız, Show’suz bir İngiltere dünyanın nasıl sömürge gücü olabilirdi?
Gittiği beldeye Shakespear’i miras bırakmayan bir İngiltere bu beldelerde varlığını
nasıl bu kadar uzun süreli koruyabilirdi? Fransız İhtilali de bütün dünyayı
şekillendiren ulusçuluk hareketleri de Fransız Ansiklopedistleri ve
Aydınlanmacıları ile Molliere’lerin, Racine’lerin, Hugo’ların eseri değil midir
biraz da? Kant’sız, Goethe’siz, Nietzsche’siz
bir Almanya Avrupa’nın taşıyıcı gücü olabilir miydi? İtalya biraz da
İlahi Komedya’sıyla, İspanya biraz da Donkişot ile yok değil midir? Ve Rusya,
gücünü baştan beri biraz da Çehov’a, Dostoyevski’ye, Tolstoy’a borçlu değil mi?
Bugün Ortadoğu’nun iki belirgin gücü olan Türkiye’yi Yunus’u, Fuzuli’si; İran’ı
Sadi’si, Firdevsi’si ayakta tutmuyor mu? Ve yine aynı yoldan gidersek Çin güçlü
bir sanat ve edebiyat oluşturmadıkça hiçbir zaman süper güç olamayacak,
diğerleri de…
İşte bütün bunlardan
dolayıdır ki Türkiye’nin sanat ve edebiyat değerlerine her fırsatta sahip
çıkması, onları gözü gibi koruması, onların düşüncelerini nesilden nesle
aktarması gerekiyor. Yine bu yüzdendir ki Yunus Emre, Mevlana, Fuzuli gibi
Selçuklu ve Osmanlı hazinelerine olduğu kadar Necip Fazıl ve Mehmet Akif gibi
Türkiye Cumhuriyeti menbalarına da eğilmesi, onların düşünce pınarından kana
kana içmesi iktiza ediyor.
Türkiye Yazarlar Birliği
Ankara Şubesi başkanı olan Mehmet Sait Uluçay’ın Mehmet Akif ve Düşünce Dünyası adlı kitabı Orion Akademi tarafından
yayınlandı. Bir sanat ve edebiyat aşığı olan Uluçay, bu kitabında
benzerlerinden farklı olarak Milli Şair’in düşünce dünyasına ışık tutuyor. Altı
bölümden oluşan oldukça hacimli bu eserin belki de en çarpıcı tarafı beşinci
bölümde yer alan “Akif’in Düşünce Dünyası ve Bazı Kavramlar”dır. Elbette
Akif’in hayatının anlatıldığı birinci bölüm, İstiklal Savaşı yıllarında Akif’in
yaşadıklarının anlatıldığı ikinci bölüm, Mısır’a zorunlu göçünün yer aldığı
üçüncü bölüm, vefatına yer verilen dördüncü bölüm ve sanatıyla eserlerinin tahlil
edildiği altıncı bölümde de yazarın kendine özgü, hacimli ve nitelikli
görüşleri var. Ancak şairin düşünce dünyasında yer alan belli başlı kavramların
analize tabi tutulması, dijital cenderede hızla eriyen dilimizin hem kendini
korumasının hem de yeniden yeşermesinin bir fırsatına dönüştürülebilir. İçinde,
dönemin fikir hareketlerinin de bulunduğu bu kavramların o günün bağlamında
bugünün zihniyetiyle yeniden teşrih edilmesi hem kavram analizi hem de
kavramların bizatihi kendi nüvelerinin ve çağrışım alanlarının yeniden tasavvur
edilmeleri bakımından bir hayli önem taşıyor. Osmanlıcılık, Türkçülük, Adem-i
Merkeziyetçilik, İslamcılık, Asricilik benzeri kavramların hem o gün nasıl
anlaşıldığı ve insanların zihninde nasıl bir yere sahip olduğu hem Mehmet
Akif’in iç dünyasındaki akisleri hem de bugünün insanı için ne anlam ifade
ettiği/etmesi gerektiği Uluçay tarafından özenle işlenmiş ve bir anlamda bir
kelime antropolojisi şeması ortaya çıkarılmıştır. Kitabın en güçlü ve Mehmet
Akif’e yönelik olarak yazılmış eserlerden farklı tarafı burası gibi görünüyor
ve bu fark, milli şairimizin iç dünyasına daha derinden nüfuz etme bakımından
da Türk düşünce tarihi bakımından da oldukça önemli.
Kitap, Mehmet Akif
severler dışında, düşünce tarihçilerinin, edebiyatçıların da istifade etmesi
gereken önemli bir kaynak ancak keşke bütün o değerli görüşlerin yekpare ifade
edildiği ve ucu açık bazı konuların formüle döküldüğü, kitabın hüküm mercii
olan bir “Sonuç” bölümü de eklenseydi. İşte o zaman kitap kelimenin gerçek
anlamıyla ve amiyane tabirle tadından yenmezdi. Bu harika çalışması içim Mehmet
Sait Uluçay’ı kutluyor, bilvesile yeni çalışmalara ilham kaynağı olmasını
umuyorum. Bu hacimli eserin, Akif’i anlama gayreti içinde olan genç nesillere
yeni ufuklar açacağına olan inancımı da ayrıca belirtmek isterim.