Mehmed Akif'e Reva Görülen…
İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Mısır’da 11 yıl kalmıştır. Mısır’da kaldığı günlerde Türkiye’den gelen bir heyet Mehmed Akif’i ziyaret etmek ister. Heyette Tevfik Remzi, Kazım İsmail ve Ömer Vasfi Aybar bulunmaktadır. İhsan Efendi aracılığı ile Akif’e görüşmek istediklerini bildirince Mehmed Akif de bu talebi olumlu karşılar ve heyeti kabul eder. Tevfik Remzi Akif’in odasına girer girmez vatan şairinin ellerinin, yüzünün ve tırnaklarının sarardığını fark eder. Mehmed Akif’e dönerek der ki “efendim eğer müsaade ederseniz sizi muayene etmek istiyorum”. Mehmed Akif, Tevfik Remzi’ye “ama siz kadın doktorusunuz, nasıl olur?” deyince herkes kahkaha ile gülmeye başlar. Bu kısa neşeden sonra Tevfik Remzi vatan şairinin karın bölgesinden muayeneye başlar. Bir bakar ki taş gibi bir karın, taş gibi bir karaciğer! Ve İstiklal Şairi’nin siroz olduğunu anlar.
Tevfik Remzi, İstanbul’a döner dönmez Akif’in yakın dostlarından birisi olan Mithat Cemal’e durumu bildirir. Mithat Cemal duruma çok üzülür ve Akif’i İstanbul’a getirmek için elinden geleni yapar. Nihayet Mithat Cemal’in de çabalarıyla Mehmed Akif İstanbul’a gelir ve 1924 yılında gittiği Mısır’dan 11 yıl sonra anavatanına döner. 1936’nın Haziran ayında beyaz bir vapurla İstanbul’a ayak basan Akif bir deri bir kemik kalmıştır ve tanınmayacak haldedir. Elbette görenler bu duruma çok şaşırır ve üzülürler. Ve Akif tedavi olmak üzere Nişantaşı Sağlık Yurdu’na apar topar yatırılır.
Aradan çok uzun bir zaman geçmeden acı haber gelir. İstiklal Şairi Akif, Mısır apartmanında 27 Aralık akşamı saat 19.45’de gözlerini hayata yummuştur. Mithat Cemal, haberi alır almaz Mısır Apartmanı’na koşar ve kızı Cemile, damadı Ömer Rıza’nın ağlamaklı haliyle karşılaşır. Manzara elbette hazindir. Rahmetlinin buruşuk kalmış yatağı, yerde bir tabut ve mevtayı son kez öpen siyah giyimli bir kadın…
Cenazenin Bayezid Camii’nden kalkacağını öğrenen Mithat Cemal herkesten önce oraya koşar ve beklemeye başlar. Biraz sonra bir çıplak tabut birkaç kişinin omuzlarında cami avlusuna gelir. Mithat Cemal önce bunun bir fukara cenazesi olduğunu düşünür. Sonra Emin Efendi Lokantası’nın sahibi Mahir Usta elinde bir bayrakla koşarak gelir ve tabutun üstünü bayrakla örter. O sırada İstanbul Üniversitesi öğrencileri de cenazeye dahil olurlar. Ancak gördükleri manzara gerçekten yürek burkan cinstendir. Beyoğlu Hastanesinde gasledilen Akif’i Bayezid’e getiren otomobilin içindeki tabut, çıplak, örtüsüz ve yalnız tahtadan ibarettir. Öğrenciler bu manzara karşısında hüngür hüngür ağlamaya başlarlar. Daha sonra Akif Kur’anlarla, dualarla Edirnekapı’daki ebedi istirahâtgâhına defnedilir.
Mehmed Akif’in cenazesi için hiçbir resmi tören hazırlanmamış, resmi kurum ve kuruluşlardan da katılan hiç kimse olmamıştır. Ne belediye reisi, ne vali, ne de tek partinin yetkililerinden hiç kimse cenazeye katılmamışlardır. O tarihlerde MTTB’de görevli olan Abdülkadir Karahan cenazeye katılıp bir konuşma yapmış, cenaze kalktıktan üç gün sonra emniyet müdürlüğünde sorguya çekilmiş, resmi hiçbir makamın katılmadığı cenazede hangi sıfatla konuşma yaptığının hesabı sorulmuştur. Mehmed Doğan’a göre üniversite idaresi Ankara’dan merhumun cenazesine kimsenin katılmaması yönünde talimat almış, buna rağmen üniversite gençliği Akif’i son yolculuğunda yalnız bırakmamıştır.
İşin bir başka acı tarafı ise şudur: Mithat Cemal, Akif’in rahatsızlığını Mustafa Kemal’e de iletmiş ancak devlet katından Akif’in ne hastalığı ile ne de cenazesi ile ilgilenen olmamıştır. Akif’in cenazesine Mustafa Kemal de katılmamış, CHP yönetiminden de kimse cenazeye iştirak etmemiştir. Mustafa Kemal’in Akif’in cenazesine katılan gençlere öfke duyması ve onlara kızması ise bir başka acı gerçektir. 16 Aralık 1971 tarihli İlkadım Dergisi’nde geçen bir anekdota göre Dr. Neşet Adnan Zentürk imzalı bir yazıda (Babıalide Sabah Gazetesi) şunlar belirtiliyor: “Atatürk cenazeye katılmamış, katılan gençleri de kınamıştır. Cenazeden sonra İstanbul’a geldiği günlerden birinde, Pera Palas’ta Yüksek Ticaret Okulu’nun yıllık balosunda kendisine “yaşa Gazi” şeklinde tezahürat yapan gençlere: “Ben size devrimlerimi emanet ettim. Siz ise benim devrimlerime karşı çıkan Mehmet Akif’in cenazesini büyük törenle kaldırdınız” diye sitemde bulunmuş ve ağır konuşmuştur.
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya Akif’in cenazesinden uzak durulması yönünde verilen talimat ise yakın tarihimizin bir başka acı tablosunu oluşturur. İstiklal Marşımızın yazarı, milli mücadelenin manevi önderlerinden Mehmed Akif’in vefatı ve cenazesine ilişkin içler acısı gerçek maalesef bu şekildedir. Tam 11 yıl öz yurdundan ayrı bırakılan büyük vatan şairine son günlerinde ve vefatında reva görülen muamele ne yazık ki budur. Tarih, er ya da geç, bu ülkenin has evlatlarına yapılan zulmün hesabını elbet bir gün görecektir.