Dolar (USD)
34.42
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2834.30
BIST 100
9389.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Mehmed Akif Ersoy 149 yaşında

Türkiye’de belki en çok duyulan fakat en az tanınan şahsiyetlerden birisidir Akif. Onun bize sunduğu ideal insan, ideal vatandaş, ideal aydın mefkuresi ya anlaşılmamış ya da anlaşılması için zamana ihtiyaç vardır. Bazı eserler ve şahsiyetler zaman ihtiyarladıkça gençleşirler, Akif’de öyle bir şahsiyettir zannımca. O, bazen kürsüde bir hatip, bazen köy köy milli mücadele ruhunu anlatan bir dâhi; Batıda bir bürokrat, Ortadoğu’da ders veren bir mütefekkirdir. Mehmed Akif’i hangi vasıflarla anlatabileceğimizi düşündüğümüzde, onun şu dizeleri aklımıza gelir: Ağlarım, ağlatamam / Hissederim söyleyemem / Dili yok kalbimin / Ondan ne kadar bîzârım. Dilinin kalbine tercüman olamadığı bir şair, hangi vasıflarla anlatılır bilemeyiz lakin Akif için “mütevazı ve samimi bir insandı” demek belki onu vasıflandırmak için ilk adım. Mütevazı yaşadı, mütevazı davrandı, mütevazı bir şekilde bu hayattan elini eteğini çekti. Bakınız bu duyguları şiire nasıl yansımıştır: Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince / Günler şu heyûlayı da er geç silecektir / Rahmetle anılmak… ebediyet budur amma / Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir.

Edebî eserlerde bir tipler vardır bir de karakterler vardır. Akif, kahraman bir karakterdir… Barışın kahramanı, uyanışın kahramanı, milli mücadelenin kahramanı; Akif, Milletinin kahramanıdır. Kahraman deyince aklıma batılı mütefekkir Karl Leyl’in bir sözü gelir. O der ki “Milletler kahramanları ile yaşarlar. Kahramanlar mensup oldukları milletlere şekil ve ruh verirler.” Öyleyse millet olarak bu kahramanları çok iyi tanımak ve tanıtmak mecburiyetindeyiz. Biz tanıtmazsak emin olabiliriz ki başkaları unutturmaya çalışacaktır.

Bu millet, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkeziyle 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde büyük felaketler ve yıkımlarla karşı karşıya kalmıştır. 8 Ekim 1912’de başlayan Balkan Harbi, büyük bir felakete dönüşür. Osmanlı su alan bir gemi gibi büyük bir felâketin eşiğindedir. Bu durum Akif’in ruhunda derin yaralar açar. O, Bursa’nın Yunanlar tarafından işgal edilmesi üzerine duyduğu derin acıları Bülbül şiirinde dile getirir. Şair, büyük bir trajedi yaşayan milletiyle beraber ağlamaktadır. Bir insanda ızdırabın var olması, kalbin varlığına ilk alamettir. Akif, özellikle Yunanlıların Bursa’yı işgal ettiği zamanlarda bir Yunan askerinin Orhan Gazi Han’ın mezarına basarak “Kalk ey Osmanlı, kalk da şu milletini kurtar” diye hakaret ettiğini duyunca kahrolur, kendini dağlara atar, bülbülle söyleşir ve sitemini bakınız bülbüle nasıl aktarır. Aşağıda “Bülbül” şiirinin muhtelif bölümlerinden aldığımız şu mısralar, Akif’in ızdırabını çok net bir şekilde yansıtmaktadır: “Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin / Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin / Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır / Niçin bir damlacık göğsünde bir umman huruşandır / Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım / Bugün bir hânûmansız serseriyim öz diyârımda / Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!” diyerek bu duyguyu zirveye çıkarır.

Mehmet Akif Ersoy, bir Arnavut’tur fakat bu milletin bir ferdidir ve bundan da her zaman gurur duymuştur. Amacı, yurdunu, milletini seven ve yeri geldiğinde uğrunda ölebilen karakterde insanlar yetişmesini sağlamaktır. Tefrikaya yani ayrılığa ve ayrımcılığa şiddetle karşıdır. Bunu şu dizelerle dile getirmektedir: Girmeden tefrika bir millete düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez / Sahipsiz olan memleketin batması haktır / Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Gayesiz, hedefsiz, ideali olmayan nesle aşina değildir bilakis karşıdır. Bu tip insanları Akif ölüye benzetir: Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir / Davransana… Eller de senin baş da senindir. His yok hareket yok acı yok…leş mi kesildin, diyerek ızdırabını siteme dönüştürür. Akif, genç nesle dönerek batının oyun ve eğlencesini değil eğer gücünüz yetiyorsa ilmini alın der. Ve bakınız nasıl terennüm eder:

Bu cihetten hani hiç yılmasın oğlum gözünüz

Sade Garbın yalnız ilmine dönsün yüzünüz

O çocuklarla beraber gece gündüz didinin

Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin

Fen diyarından sızan o nâ-mütenâhi pınarı

Hem için hem getirin yurda o nâfi pınarı