Mehmed Akif Ersoy 149 yaşında
Türkiye’de belki en çok duyulan fakat en az tanınan şahsiyetlerden birisidir Akif. Onun bize sunduğu ideal insan, ideal vatandaş, ideal aydın mefkuresi ya anlaşılmamış ya da anlaşılması için zamana ihtiyaç vardır. Bazı eserler ve şahsiyetler zaman ihtiyarladıkça gençleşirler, Akif’de öyle bir şahsiyettir zannımca. O, bazen kürsüde bir hatip, bazen köy köy milli mücadele ruhunu anlatan bir dâhi; Batıda bir bürokrat, Ortadoğu’da ders veren bir mütefekkirdir. Mehmed Akif’i hangi vasıflarla anlatabileceğimizi düşündüğümüzde, onun şu dizeleri aklımıza gelir: Ağlarım, ağlatamam / Hissederim söyleyemem / Dili yok kalbimin / Ondan ne kadar bîzârım. Dilinin kalbine tercüman olamadığı bir şair, hangi vasıflarla anlatılır bilemeyiz lakin Akif için “mütevazı ve samimi bir insandı” demek belki onu vasıflandırmak için ilk adım. Mütevazı yaşadı, mütevazı davrandı, mütevazı bir şekilde bu hayattan elini eteğini çekti. Bakınız bu duyguları şiire nasıl yansımıştır: Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince / Günler şu heyûlayı da er geç silecektir / Rahmetle anılmak… ebediyet budur amma / Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir.
Edebî
eserlerde bir tipler vardır bir de karakterler vardır. Akif, kahraman bir
karakterdir… Barışın kahramanı, uyanışın kahramanı, milli mücadelenin kahramanı;
Akif, Milletinin kahramanıdır. Kahraman deyince aklıma batılı mütefekkir Karl Leyl’in bir sözü gelir. O der ki
“Milletler kahramanları ile yaşarlar. Kahramanlar mensup oldukları milletlere
şekil ve ruh verirler.” Öyleyse millet olarak bu kahramanları çok iyi
tanımak ve tanıtmak mecburiyetindeyiz. Biz tanıtmazsak emin olabiliriz ki
başkaları unutturmaya çalışacaktır.
Bu
millet, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkeziyle 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde
büyük felaketler ve yıkımlarla karşı karşıya kalmıştır. 8 Ekim 1912’de başlayan
Balkan Harbi, büyük bir felakete dönüşür. Osmanlı su alan bir gemi gibi büyük
bir felâketin eşiğindedir. Bu durum Akif’in ruhunda derin yaralar açar. O, Bursa’nın
Yunanlar tarafından işgal edilmesi üzerine duyduğu derin acıları Bülbül
şiirinde dile getirir. Şair, büyük bir trajedi yaşayan milletiyle beraber
ağlamaktadır. Bir insanda ızdırabın var
olması, kalbin varlığına ilk alamettir. Akif, özellikle Yunanlıların Bursa’yı
işgal ettiği zamanlarda bir Yunan askerinin Orhan Gazi Han’ın mezarına basarak “Kalk
ey Osmanlı, kalk da şu milletini kurtar” diye hakaret ettiğini duyunca
kahrolur, kendini dağlara atar, bülbülle söyleşir ve sitemini bakınız bülbüle
nasıl aktarır. Aşağıda “Bülbül” şiirinin muhtelif bölümlerinden aldığımız şu
mısralar, Akif’in ızdırabını çok net bir şekilde yansıtmaktadır: “Eşin var,
âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin / Kıyâmetler koparmak
neydi, ey bülbül, nedir derdin /
Neden
öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır / Niçin bir damlacık göğsünde bir umman huruşandır
/ Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım / Bugün bir hânûmansız
serseriyim öz diyârımda / Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil
mâtem!” diyerek bu
duyguyu zirveye çıkarır.
Mehmet Akif Ersoy, bir Arnavut’tur
fakat bu milletin bir ferdidir ve bundan da her zaman gurur duymuştur. Amacı,
yurdunu, milletini seven ve yeri geldiğinde uğrunda ölebilen karakterde
insanlar yetişmesini sağlamaktır. Tefrikaya yani ayrılığa ve ayrımcılığa
şiddetle karşıdır. Bunu şu dizelerle dile getirmektedir: Girmeden tefrika
bir millete düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez / Sahipsiz
olan memleketin batması haktır / Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
Gayesiz, hedefsiz, ideali
olmayan nesle aşina değildir bilakis karşıdır. Bu tip insanları Akif ölüye
benzetir: Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir / Davransana… Eller de
senin baş da senindir. His yok hareket yok acı yok…leş mi kesildin, diyerek ızdırabını siteme dönüştürür. Akif, genç
nesle dönerek batının oyun ve eğlencesini değil eğer gücünüz yetiyorsa ilmini
alın der. Ve bakınız nasıl terennüm eder:
Bu cihetten hani hiç yılmasın oğlum
gözünüz
Sade Garbın yalnız ilmine dönsün yüzünüz
O çocuklarla beraber gece gündüz didinin
Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin
Fen diyarından sızan o nâ-mütenâhi pınarı
Hem için hem getirin yurda o nâfi pınarı