MEĞER HAYAT BİZE TERAPİ İMİŞ
Ahmet Refik Partal
Bu virüs bizleri her türlü maddi-manevi terapilerimizden ayırdı.
Kadir amcayı ahbaplarıyla iki çift lafın belini kırdığı kahvehaneden,
Salih dayının her vakit, işten gelince de oğluyla akşam ve yatsı namazlarına gittiği mahalle camisinden,
Ayşe teyzeyi şöyle içinden gele gele, zevkle çatır çatır kavgayla pazarlık ettiği Çarşamba pazarından,
Arzu ablayı mahallenin tüm istihbaratının döndüğü, dedikodunun dibini buldukları kuaför salonundan,
Mehmet abiyi müşterilerle traşı kısa, sohbeti uzun tuttuğu berber salonundan,
Ahmet kardeşi esnaflarla rekabet ettiği, ticaretin keyfini sürdüğü dükkanından,
Berke Can’ın arkadaşlarını arayıp “n’aber moruk, cafede bulaşalım oradan sinemaya akarız” dediği ergen hinterandından,
Melek’in kankalığın hüküm sürdüğü, kahkahaların tavan yaptığı okuldaki arkadaşlarından, (okuldan değil😀)
Annelerin çocuklar okula gidince nefes aldığı, her metrekaresinde emeği olan, dip bucak kontrolü altındaki ev ülkesinden,
4 yaşındaki İpek’in evde canı sıkılınca iki gözyaşı ile büyüklerini peşine kattığı parklardan,
Bu yaz nereye gitsek kararsızlığı ile çıkmaza girilen cennet misali ülkemiz diyarlarından,
Onu yemem, bunu yemem, sıkıldım deme lüksüyle, soluğun alındığı AVM’deki restorandan,
Ramazan yaklaşıyor. Kadın ve erkeklerin büyük bir coşkuyla ve ömür boyunca hiç kaçırılmayan teravih namazlarından,
Gözümüzün nuru, mübarek beldelerimiz Medinemiz, Mekkemizden, Kabemizden, Umremizden, Haccımızdan,
Her hafta manevi iklimini yaşadığımız, manen nefes aldığımız, insanlarla sosyalliğimizin neredeyse tek unsuru kalmış Cumamızdan, Cuma Namazımızdan,
Ondan, bundan, şundan, her biri birer terapi niteliğindeki hayat unsurlarının en basitinden bile ayrılmanın derin hüznünü yaşıyoruz insaniyat aleminde.
Her şeyin kontrolümüz altında olduğunu zannettiğimiz ve hoyratça saçıp savurduğumuz dünyadan ve nimetlerinden uzaktayız.
Doğa bizim boşalttığımız yeri anında doldurmaya başladı. Kuşlar özgür, köpekler caddelerde rahat, kediler kafalarına göre Mart-Nisan yaşıyorlar. Ağaçlar dallarını istediği yöne doğru uzatıyor, yaprakları kendini rüzgara bırakıyor.
Tabiat nefes alıyor. Fütursuzca harcadığımız güzelliklerini ve cömertliğini yeniden kuşanıp bizlere sunmaya hazırlıyor kendini.
Her şey insan içinmiş. Görev biliyor tabiat. İtirazsız itaat ediyor.
Peki biz ne içiniz, neyi görev biliyoruz, ne için varız, her şeyin bize hizmet ettiği alemde ne diye dolaşıyoruz.
Yaratıcının görevlerini çalmaya çalışmak, ilahlık rolüne girmek, firavunlaşmak, ben de öldürür, ben de diriltirim küstahlığını göstermek,
Dünyayı yaşanamaz bir yer haline getirmek, emperyal emelleri için insanların, doğanın geleceğini mahvetmek,
Acaba yapmamız gerekenleri unutup, yapmamamız gerekenleri yaptığımız için başımıza türlü musibetler geliyor olmasın.
Kur’an-ı Kerim’de Nisa Suresi 79.Ayetinde;
“Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.” diyor Rabbimiz.
Tüm bugünlerde yaşadıklarımız bize; kıymet bilmek, nimetleri hatırlamak, unuttuğumuz kendimizi keşfetmek, Rabbimizi farketmek, tabiri caizse patronun kim olduğunu bilmek için birer ders, birer ibret.
Merhamet sahibi rabbimizin bizleri yeniden insanlık ayarlarımıza getirmek, yerimizi iyice belleyelim diye bu musibetlerle karşılaştırdığını düşünüyorum.
Herkes kendisini biliyor. İç muhasebemizi yapalım.
Hasılı bu yazıyı yazmama vesile olan Cuma dolayısıyla selamlıyor ve Cuma namazlarını;
“EVDE KIL” diyorum :)