Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Kasım 2019

Mefailün öldü mü...

Sokrat, “İnsan’ın araştırması gereken ilk şey öz benliğidir ve sanat bunun en önemli yöntemidir.” Der. Bugün çağdaş medeniyyet tasavvurumuz, sanat ve estetik anlayışımızı bozmak adına öz benliğimizi hovardaca çiğnemektedir. Sanat ve estetik anlayışımız bozulunca da kendi tarihinden, milletinden, ecdadından, kültüründen ve coğrafyasından, kısacası bizi biz yapan değerlerden utanan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu zihniyet, bizi nereye götürecek bilmiyorum ama bizi biz eden değerlerin çoğunu götüreceğe benziyor.

Biraz daha özele inersek meramımız anlaşılacaktır sanırım. Edebiyatımız, müziğimiz, tarihimiz, güzel sanatlarımız...Yakında bunlardan bahsedemeyeceğiz. Çünkü bahsedecek bir edebî ürünümüz olmayacak. Kuşlar, yemini yerken ürkmesinler diye yolunu çeviren bir medeniyetin çocuklarıyken şimdi değil kuşları, medeniyetimizi ürkütür olduk.

Ne yaptı zihniyetimiz. Medeniyet değişikliğinde eskiye dair ne varsa atılması şeklinde algılanmış. Bunun edebiyatımıza yansıması “Divan edebiyatı ve mefailün” sataşmalarına kadar varmıştı. Zihniyet, eskiyi ölçüsüz bir şekilde atarken yerine koyduğu yeni de yeni değil, ucube “sarkıt ve dikitlerden” kurulu bir düzendi aslında.

Bugün ana sınıfı dışında bütün öğrenim süresünce öğrencilerimizi test ve tost yarışına koymuş muyuz? Evet. O zaman yaptığımız şey “yeni” değil ucubedir. İlköğretim ve ortaöğretim süresince ders, dershane ve kurslar sebebiyle robotik bir öğretime tabi tutulan yeni nesil; edebî ve estetik zevkten mahrum bir şekilde ciddi ölçüde mekanikleşiyor. Böyle bir nesil resim, müzik ve mimarideki güzellikleri keşfedemeyeceği gibi sinema, tiyatro ve edebiyat eserlerine de ilgisiz kalacaktır. Özellikle şiire karşı duyarsızlık baştan kabulcü bir zihniyete dönüştürür. Bu zihniyet, edebî zevkten yoksun kalınca önüne sürülen her türlü yapıtı edebî bir eser olarak görür.

Lise yıllarımda ezberlediğim bir destan vardı: Alp Er Tunga Destanı. İlk dizeleri hala hatırımda bu destanın. Şöyle başlıyordu ilk kıta;

Alp Er Tunga öldü mü

Mefailün kaldı mı

Issız acun nerede

Felek öcün aldı mı

Şimdi yürek yırtılır.

Bu destana bir mısra da kendim eklemiştim...

“Mefailün kaldı mı?”

Evet “mefailün” kaldı mı? Bu soruyu hocalığa başladığım ilk yılımda bir “garibe” sormuştu. Mefailün kaldı mı sorusuna işte meşhur “Alp Er Tunga” destanından bir kıta okuyarak cevap vermiştim. Anladı mı bilmem ama epeyce ürkmüştü bu destanı okuduğumda. Ürkme eylemini ben değil o kullanmıştı ki ben ona ürkme evladım, ürkme. Kork! korkabildiğin kadar.

Bu garibe de diğer garip gureba gibi Batı karşısında ezik, kompleksli, taklitçi zihniyetin ürünüydü. Garibeye korkusu biraz geçtikten sonra şu demiştim.

-Kıymetli kardeşim sen hiç müzik kursu aldın mı?

Evet aldım.

Peki “do re mi” öğrendin mi?

Tâbi, öğrenmez olur muyum. Yoksa piyano çalamazdım....

-Demek piyano da biliyorsun, o zaman Mozart’ı da tanırsın.

-Evet, piyano, gitar, mandolin...Eh biraz da bağlama biliyorum.

- Ne güzel! O zaman meseleyi bağlayalım.

-Nasıl yani.

-Dinle anlatayım.

-Peki,

-Nota evrenseldir, müzik, edebiyat vesair hepsinde aynı. Araplar bir notaya “me-fâ-i-lün” demiş. Yunanlılar ve Latinler de “do re mi” demiş. Bu eşyanın tabiatını değiştirmez. Biz de bu ölçülere bir Türkçe isim verebilirdik. Belki de vermişiz. Ama elde bunlar kalmış. Edebiyatta “mefailün” müzikte “doremi” ikisi de aynı şeydir. Bunlar, sözü insan zihninde bir ahenk oluşturmak için yapılan ölçülerdir. Eskiden “metre” ölçü birimi yerine “arşın” kullanırdık. Bu gün ise İnglizce “meter” kelimesini bozarak metre yapmışız. Bir ingiliz elimizde metreyi görüp de “arşın” diyor mu hiç.

-Hayır.

-Ama sen güçlü olsaydın derdi.