Medya mahsulü akademik cehalet
İnsanlık var olalı hak ve batıl mücadelesi de vardır ve hep var olacaktır. Bu mücadelede İslam’a karşı ordu ve silah gücüyle baş edemeyeceğini bilen küresel zalimler, dine karşı ancak dinle savaşılabileceğini tespit ettiler. İşte “indirilmiş din” iddiası da gerçek dinin, sahte dinle durdurulması projesinin bir parçasıdır. Bu proje uluorta bir proje değildir. Arkasında dünyaya nizamat verme iddiasında olan tüm emperyalist zalim, İslam ve insanlık düşmanı devlet, kurum ve kuruluşlar vardır.
Daha önceleri düşmanlıkları
açık olan dış kaynaklı misyonerlik, masonluk, oryantalist vs. loca ve klikler, İslam’la
savaşlarında başarı sağlayamayınca, bizim mahalleden, yani ümmetin kendi
içinden aynı planın sinsi ve kalleşçe yürütülme operasyonudur. Dolayısıyla yeni
çıkan iş bu türkü aslında yeni değil. Daha önce defalarca denenmiş bayat bir
pilavın yeniden ısıtılarak yutturulmaya çalışılmasıdır.
Son yıllarda “atalar dini” “rivayet dini” vb. velvelesiyle
ehlisünnete yani İslam’ın sahih görüşüne cephe açmış ekran hocaları ve sosyal
medya şöhretleri çoğaldı. Kimi ilahiyat çevreleri da bunlar içinde yer alma
yarışına girmiş gibi. Ağzı iyi laf yapan ama ağuyu bal içre sunan bu
zavallılara karşı uyanık olalım. Bunlar, selefi salihin’in ümmete bıraktıkları
bin dört yüz yıllık islim mirasını “uydurulmuş din” kendi hezeyanlarını da
“indirilmiş din” olarak lanse ediyorlar.
Daha önceki çağlarda aynı böyle hastalıklı kafalar olmuştu.
Ama onlar, en azından “hum ricalun ve
nahnu rical / onlar adamsa biz de adamız” demek suretiyle, kendilerini
selef âlimleriyle aynı ölçüde görüyorlardı. En azından kendilerini daha üstte
görmüyorlardı. Bu günkü şarlatanalar ise daha ileri giderek, kendi
hezeyanlarını “indirilmiş din” diye parlatırken, selefi salihin’in içtihatlarını
da “uydurulmuş din” olarak karalamaya kalkışıyorlar. Başka bir deyimle; “nahnu
ricalun hum leysu rical / biz adamız onlar adam değiller” diyorlar.
Hâlbuki ilim deryası, takva rehberi, salih amel öğretmeni
epeyce bir kısmı da Resulullah(sav) un medhu sena ettiği tabi-in ve tebe-i
tabi-in den olan o sultanlara karşı vefa bu mu? Bu gönül sultanlarının yanında
onlara dil uzatan zavallıların esamisi okunamaz. Başka bir tabirle, bunlar
onların tırnağı olamazlar.
Peki, medyabazların meydanı boş görüp ukalaca saldırdıkları
selefi salihin kimdir. İlim ve İslam’ın hizmetine emeği geçmiş, önceki
asırlarda yaşamış tüm ulemaya genelde bu ifade kullanılabilmekle beraber, ıstılahta
daha özel manayadır.
Hz. Peygamber s.a.v.'in “En hayırlı nesil benim dönemimde yaşayanlardır. Sonra onları
izleyenler, sonra onların ardından gelenlerdir.” (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe 216. 2. Buhâri, Fedâilu’l-ashâb 1,
Şehâdât 9.) şeklindeki hadisinde “en hayırlı nesiller” oldukları haber
verilen ilk üç kuşağa Selef denir. Bu ilk üç kuşak, sırasıyla Sahabe, Tabiun ve
Tebe-i Tabiîn'dir . Bunlar imanda, ilimde ve amelde bütün müslümanlar için
örnek nesillerdir.
Sahabe kuşağı, Hz. Peygamber s.a.v.'in vefatından
sonra İslâm'in biricik temsilcileri olarak yaşamış, gerek Hicaz bölgesinde,
gerekse fethedilen yeni bölgelerde İslâm'ı hakkıyla tebliğ etmiş, öğrenciler
yetiştirmişlerdir. Kur'an'ı Kerimi, hadişi şerifleri ve İslâmî uygulamaları
bütün müslümanlar Sahabe kanalıyla öğrenmiştir. Bu sebeple Sahabe'nin İslâm
ilim tarihinde olduğu kadar, iman, amel, edep, zühd, vera, takva ve ahlâkta da
müstesna bir mevki-i vardir.
Onlardan sonra gelen kuşağa Tabiun denir. Bu
kusak da Sahabe'nin dizinin dibinde yetişmiş, imanı, ilmi ve ameli onlardan
almıştır. Bu kuşağa Tabiun (izleyenler, tabi olanlar) denmesinin sebebi,
Sahabe'ye uymakta gösterdikleri titizlik, ciddiyet ve özendir.
Sahabe'nin önemi, Kur'an'da hayırla yad
edilmiş olmalari, Hz . Peygamber s.a.v.'in yaşantısının ilk ve en önemli
temsilcileri olmaları hasebiyle İslâm'ı en doğru şekilde anlayıp yaşamanın kıstası
olmaları gibi hususlardan kaynaklanmaktadır. Tabiun'un önemi ise temelde su iki
noktaya dayanmaktadir:
Tarih boyunca İslâm
toplumlarında ne zaman bir sarsılma, gevşeme ve bozulma görülmüşse, bu üç
neslin temsil ettigi İslâm anlayisina dönüs gayretleri sayesinde toparlanma
olmuş ve dogru çizgi muhafaza edilmiştir. Bu asrımızda da yine öyle olacaktır.
Dışarıdan ve içeriden islamı tahrif edenlerin çabaları boşuna... Bu sebeple “Selef-i
Salihîn”, İslâm Ümmeti için vazgeçilmez bir nirengi noktası ve ölçü olmuştur.
Bir de o âlimlerin hangi şartlarda bu ilim mirasını bizlere
salimen ulaştırabildiklerini düşünmez miyiz? Bu günün teknoloji harikası
dijital cihazlarını tepe tepe kullanan, çoğu kere “kopyala yapıştır” yaparak
aslında intihalcilik/ilim hırsızlığı yapan bu günün zavallılarına ne oluyor ki,
ilim yolunda onca cefa ve çile çeken ulemaya böylesine vefasızlık ve gadirde
bulunuyorlar.
İletişim ve ulaşımın bu güne kıyasla sıfıra yakın olduğu,
kâğıt bulsa mürekkep, mürekkep bulsa, divit bulamayan o yiğit insanlara bu
saldırılar reva mı? Ekmek bulsa katık, katık bulsa ekmek, ekmek bulsa su
bulamayan o vefa ve cefa örneklerine karşı kibirlenmek ne büyük gaflet…
On dört asır boyunca çok zor şartlarda İslam ve ilim
hizmetini kendilerini adamış olan ümmetin âlimleri: “Nass'a muhalif olursa, bizim görüşümüzü atın duvara çalın”
diyorlardı.
Ekran hocaları ise tam tersine: “ Bizim görüşümüze aykırı olursa Nass'ı atın
duvara çalın” diyorlar. Şimdi bunlardan hangisi hakkaniyete uygun? Müçtehit
imamlarımızın içtihatları uydurulmuş din,
Ekranbazların atmasyonları indirilmiş din ÖYLE Mİ? Güldürmeyin kargaları… Subheneke...
Bihamdike... Esteğfiruke... Muhammed Özkılınç