Medeniyetsizlik
Bir siyasetçi için inanç, nefs terbiyesi, tarih gibi konularda genel kültür sahibi olmayışı ayıplanacak bir şeydir. Aynı şekilde bir hoca, bir akademisyen için de böyledir. Ancak sıradan biri için böyle bir şey olmasa da olabilir. Ama bir siyasetçi, bir hoca, bir akademisyen, bir sıradan insanın irfansız, hikmetsiz ve medeniyetsiz olması beklenemez.
İyi bir medeniyet,
kurumlar ve kurullar ile olur. Ancak medeniyet kurmanın başı nefs ölçümü ve
nefsin değerlendirilmesidir. İnsanların, nefsi birbirine benzer. Açlığı,
tokluğu, boş konuşması, ihtirası ne varsa benzerdir. Terbiye edildiği kadar
farklıdır. Bazı nefsler, aculdür. Bazıları durgundur. Bazıları diken acısına
sabırsız, bazıları ise kılıç yarasına dayanıklıdır. Kimisi her dakika oyunda
oynaşta, kimisi de dünyanın hiçbir eğlencesine bakmamaktadır.
Bugün, hiç kimse
duymamıştır belki… Belki de yakın zamanda dahi duymayacaktır. Gerek toplumsal
gerek dini kurumlarca herhangi bir insanın nefsi ölçülmüş mü, değerlendirilmiş
mi? Bugün, ne böyle bir nizam oluşturulmuş ne de nefslere bir ölçme
yapılmıştır.
Bugünün ilgilileri, yetkilileri insana sadece
bakmaktalar. Bundan ne olur? Okuyucularımız affetsinler ama ilgili ve
yetkililerin elledikleri, dokundukları sütünü alacakları bir ineğin memesi
değil ki. Karşılarında bir insan ve koca bir âlem var. Tüm dünya bilir ki bu
insanın duyguları var, ruhu var, nefsi var. Değerlendirirken bu halleri ile
nizam kurup hareket etmek lazım. İlgililer ve yetkililer bakıyorlar bu insana
ve “ne olur bundan” deniliyor. Ve sonra (tam
bir değerlendirme yapmadan.. zaten böyle bir nizam ve usul de yok) bunu
ikinci kata atıverin diyorlar olup bitiyor. Sonra.. sonrası ikinci kattan hep
şikayet…
Maalesef birey için olmayan böyle bir nizam, toplum için
de kurulu değil. En önemlisi de nefsi değerlendiren esas merkezler, daima
kurumlardır. Nerede bu kurumlar?
İnsanlar, öğrenmeleri
gerekenlerin çok azını kendi başlarına öğrenebilir. İnsanlar, kurumlar vasıtası
ile öğrenir. Kurumlar olmadan öğrenmek, layığı ile gerçekleşmez. Kurumlar
olmadan ne din âlimi yetişir ne de pozitif bilimlerde âlim yetişir. Ne de
siyasetçi yetişir.
Toplumun genel
yapısı, ahlakı, vesaire her ne varsa kurumların desteği olmadan asla ayakta
kalamaz. Kurumlar olmadan Selçuklu ve Osmanlı ilim dünyasındaki o muazzam
kişiler yetişemezdi. Bu durum, Cumhuriyet dönemi için de geçerlidir, Batı
medeniyetleri için de geçerlidir. Bugün bir Biruni, bir Cezeri, bir Sinan, bir
Hacı Bayram Veli, bir Somuncu Baba, bir Gazali, Bir Köprülü Mehmet Paşa, bir
siyasi deha Fatih Sultan Mehmet nerede? Onların hiçbirisi yok şu anda. Ne var,
kim var? Bu yazıyla beraber gündeme azıcık bakın anlarsınız.
Çeyrek yüzyılda
medeniyet kuranların en başarılı oldukları alan, nefs terbiyeli nizamlarıdır.
Bunu başarabilmek için el emin yani güvenilir insan olmuşlardır. Böylelikle “toplumları
da el emin, kurumları da el emin” olmuş ve “ahlak medeniyeti” kurabilmişlerdir.
Birey ve kurumların
nefsi terbiye edilir, gayreti de yeterli olur ise inanç ve medeniyete ait
kıymet üretilir ve bu kıymetler, dünyayı dönüştürürler. İnanç ve medeniyetin
sorunları, nefs terbiyesi yapmış yüksek kıymetli birey ve kurumların
çözebileceği bir iştir. Dolayısıyla yüksek medeniyetlerin başarısı, birey ve
kurumların iyi-kötü nefsleri ile doğru orantılıdır.
Toplumun ve
kurumların nefsi terbiye edilir, gayreti de yeterli olur ise siyasi kıymet
üretilir ve bu kıymetler, yol açıp öncülük yaparlar. Siyasi sorunlar, nefs
terbiyesi yapmış yüksek kıymeti olan kurumlar kuran toplumların çözebileceği
bir iştir. Dolayısıyla yüksek medeniyetlerin başarısı, toplum ve kurumların iyi-kötü
nefsleri ile doğru orantılıdır.
Ya nefsinize uyacak
ve en dar kalıplar, ideolojiler, bozuk inançlar içinde kalacak, hem kendinizi
boğacak hem insanları hem de inanç ve kutsalları boğacaksınız. Ya da tam
tersini yapacak, nefsinizi terbiye edecek, aklınızı kullanacak ve en geniş
düşünerek hem medeni olacak hem medeniyet kuracak hem de inanca ve kutsallara
savaş açtırtmayacaksınız. Böylece hem ülkeniz kazanacak hem de tüm insanlara
huzur getireceksiniz.