Medeniyetimizin simgeleri
Tarihinasaletini ve ihtişamınıyükselen minareleriyle gök kubbeye haykıran, gönüllere olduğu kadar gözlere de mutluluk ışıltılarıyaktıran, saflarında cem olan müminleriyle, herkesin kalbinde bir başka resmettiği güzeller güzelidir İstanbul. Hele de 7 tepeyi süsleyen o kandilleri...
Kandiller karanlık alemin aydınlatıcılarıolarak bizleri mana alemine taşımıştır her dem. Kalplerindeki Allah lafzıile Yaratıcının varlığınısembolize ederek, gaybdan sırlar üflemektedirler ruhumuza.
Nu00fbr Su00fbresi'nin 35. ayetinde: "Allah, göklerin ve yerin nu00fbru'dur. O'nun nu00fbrunun misali tıpkı içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir. O fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağıneredeyse, kendisine ateşdeğmese dahi ışık verir. (Bu da) nu00fbr üstüne nu00fbrdur. Allah, dilediği kimseyi nu00fbrunu eriştirir"buyurulmuyor mu zaten.
Bu noktadan sonra her kandilinde ayrı bir ışık hüzmesinin vücud bulduğu, müjdeli şehir İstanbul'un ruhunu yansıtan "yedi tepe"deki manevi kandillerinden bahsedelim isterseniz. Varlığıyla arşa yükselen sadalarla, fethin anlam kazandığıgüzellikleri temaşa edelim biraz da. Bu temaşaya fethin gerçekleştiği Topkapısırtlarından başlayarak, Sultanahmed sırtlarında sonlandıralım.
İstanbul'un nirengi taşları
Yazımızın konusu tabii ki, tepelerin isimlerini saymak değil. Dolayısıyla tepelerin nirengi taşlarını yerlerine oturtarak; 1. Tepe'ye Gazi Ahmed Paşa Camii'ni, 2. Tepe'ye Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii'ni, 3. Tepe'ye Yavuz Selim Camii'ni, 4. Tepe'ye Fatih Camii'ni, 5. Tepe'ye Bayezid Camii ve Süleymaniye Camii'ni, 6. Tepe'ye Nu00fbruosmaniye Camii'ni, 7. Tepe'ye Ayasofya ve Sultanahmed Camii'ni sıralayalım. Ve arkasından tarih ve medeniyetimizin izlerini aramak üzere yolumuza koyulalım.
Haseki Külliyesi, Cerrahpaşa, Samatya ve Çapa'dan ilerleyerek fethe açılan kapı olması hasebiyle Topkapı'yı güzel tepelerden bir tepe addedip ışık hüzmelerine karışacağız, onlardaki sırları yakalamak için. Bakalım yedi tepeli İstanbul'un yedi tepesini süsleyen manevi iklimin fotoğraf karelerinden ruhumuzu okşayan hangi görüntüler çıkacak karşımıza.
Tarihsel kronolojiyi dikkate almadığımız bu yolculukta nefesimizi tutarak bir tepeden ötekisine koşalım. Her tepede fethi canlandıralım gözlerimizden ruhumuza akan perdede. Bir tepede Fatih Sultan Mehmed olurken, diğer bir tepede sancağısurlara diken Ulubatlı Hasan'ın ruhunu kuşanalım. İstanbul'un manevi fatihi Hoca Akşemseddin'in fetih için gönlünden dudaklarına dökülen dualara bizler de eşlik edelim. Başka bir tepede namazını eda eden Fatih Sultan Mehmed'in sevinç gözyaşlarına ram olarak, biz de "ni'me-l-ceyş" (mutlu askerler)den sayalım kendimizi. Ve bu kandillerin ilelebed sönmemesi için fethin ruhunu nesillerden nesillere aktaralım. Dünyamızın esarete mahku00fbm olduğu bir zamanda, esaretin zincirlerini Fatih'in torunları olarak yeniden ve tekrar tekrar kıralım.
Kara Ahmed Paşa'nın bitmek bilmeyen hasreti
Topkapı Kalekapı'dan içerilere doğru ilerlediğimizde, ulu çınarların gölgelediği gibi bizi arşa yükselen ecdat yadigarı bir mabed gölgeliyor. Yeryüzünün mescide çevrildiği, alınların secdeye vardığı bu yapının banisi Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamlarından Kara Ahmed Paşa'dır.
Topkapı sırtlarına İslam'ın mührü gibi vurulan bu külliyenin inşasına 1554 senesinde başlanmış, Paşa'nın idamıyla 7 yıl inşaat halinde kalmış ve 1571-1572 tarihlerinde tamamlanabilmiş. Mimar Sinan'ın birbirini aşan eserlerinden olan Gazi Ahmet Paşa Camii; sübyan mektebi, medrese, türbe, sebil ve çeşmeden oluşan bir külliye. Cami 1696 ve 1894 yıllarında meydana gelen depremlerde hasar görmesine rağmen, yapılan tamirlerle günümüze kadar ulaşmış. Tarihi eser yağmacılığının çokça göze çarptığı"Vakıf Medeniyeti"mizde, olumsuzlukların izini bu külliyede de görmek mümkün. Banisi Gazi Ahmed Paşa'nın türbesi külliyenin içinde yer almasına rağmen bugün külliye ile türbe ayrı bir yapının parçaları izlenimini vermekte.
Birbirine sevdalı iki gönüldaş gibi kavuşabilmenin hasretiyle birbirini izlemekte, duyarsızlığın ayyuka çıktığıkalabalık sokaklar arasında.
Edirnekapısırtlarındaki hüzünlü gelin
Topkapı Suriçi'nden bir başka tepeye doğru yöneldiğimizde bu defa karşımıza yedi tepenin en yükseği ve en narini karşılıyor bizi, bir nazlıgelin edasıyla. Bu tepe; bir tepe olmanın ötesinde Kanunu00ee Sultan Süleyman'ın dedesi Fatih'in şiarını da gözlere ve gönüllere nakşediyor, Mimar Sinan'ın zarafet abidesiyle.
1562-1565 tarihleri arasında Mihrimah Sultan adına yaptırılan bu vakfeye; babaların kız çocuklarına düşkünlüğünü yansıtıyor. Buradaki külliyede Mihrimah Sultan Camii'nin yanında, medrese, mektep, imaret, hamam, türbe ve dükkanlardan oluşmakta. Surların dibinden yürüyerek Edirnekapı'dan Fatih'e doğru ilerleyip, külliyeye doğru hamle yaptığımızda mermer merdivenler önce terasa çıkarıveriyor bizi.
Bütün çirkinlikleri örten ihtişamla hemhal oluyoruz hemen oracıkta. Ardından da iç alemimizde kopan fırtınalarla, "Fatih'in fethettiği İstanbul bu mu?", sorusuyla başbaşa kalakalıyoruz.
Ve caminin kapısından içeriye adım atma mecalsizliği içerisinde; akıllara durgunluk verecek bezeme sanatının muhteşemliğiyle bütünleşen ışık hüzmeleri arasında hiç uyanmamak üzere bir hayale dalıyoruz.Yıllarca "çelik kafese mahkum"edilen bu eserin özgürlüğüne kavuşmasından dolayıdiz çöküp Yaradanımıza dualar ediyoruz.
"Halife-i Müslimin"in bendesi olmak
Bir kandilden diğerine yüreğimizdeki mutluluğu taşımak üzere yola çıktığımızda, insanların koşuşturmacası, kulakları sağır eden anlamsız gürültü kirliliği arasında yükselen ezan sesleriyle torunlarını temaşa eden, Hilafet makamınıOsmanlıya bağlayan "Halife-i Müslimin"in bendesi oluyoruz.
Yavuzselim yokuşunu tırmanıp Çukurbostan'ı geçtiğimizde bütün ihtişamlığına rağmen kendisini saklayan bir güzel yadigar, sadeliğiyle bizi Haliç'te vurgun yemiş bir dalgıca çeviriyor adeta. Dedesi Fatih ve babası Cihan Hükümdarı Kanunu00ee Sultan Süleyman gibi nice fetihler gerçekleştiren Yavuz Sultan Selim Han'ın bir tarafı tutmaz olmuştur sanki. Oğul Kanunu00ee Sultan Süleyman tarafından 1522-1529 yılları arasında Mimar Acem Ali'ye yaptırılan külliyenin içindeki Yavuz Sultan Selim Camii, türbeler, mektep, imaret, şadırvan, kütüphane ve hamamın diğer ecdat eserlerininhüznüne ortaklığı göze çarpıyor.
Gökkubbenin altındaki ebedi istirahatgahında, Mısır Seferi'ne giderken hocasının atının ayağından sıçrayan çamurlu kaftanıyla örtülü olan 9. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, komşularıyla birlikte içimizi burkan duygularımızla hemhal oluyor. Ve kulağımıza geçmişten geleceğe, dünya var oldukça bitmeyecek uhrevu00ee fetihleri fısıldıyor.
Bütün kandillerin öykündüğü kutlu mekan
Ve işte müjdeli beldenin fatihi "ni'me-l-emir"(mutlu kumandan)inin yanındayız. "Konstantiniyye elbette fetholunacaktır. O'nu fetheden kumandan ne güzel kumandan, O'nu fetheden asker ne güzel askerdir"hadisine nail olma şerefine erişen kumandan. Asırlardır süren hasret ateşini söndürüp, bu beldeyi gül bahçesine döndüren kumandan. Bu beldede yanan bütün nu00fbr ışıklı, gül kokulu kandillerin ateşini aldığıtepelerin en zirvesindeyiz. Destursuz dolaşıyoruz çevresinde, halimizden hicap duyarak. Fethin anlamını anlayamama, ruhunu kuşanamama, hoyratlıklara karşı duramamanın çaresizliği içinde.
O'nun bizlere miras bıraktığı kutlu beldenin merkezindeyiz. Ne tarafa baksak onun başlattığı uhrevu00ee seferberliğin güzellikleriyle karşılaşıyoruz. Sağımızda, solumuzda, önümüzde, arkamızda O'nun önderliğinde yakılan kandilleri görüyoruz.
Külliye ve Fatih Camii 1463-1470 yılları arasında Sinanüddin Yusuf bin Abdullah'a (Atik Sinan)'a inşa ettirilmiş. Fatih, şehrin en yüksek tepelerinden birine bu yapıyı inşa ettirirken bir geleneğin de önderliğini yapmıştır aslında. Yani bir anlamda Fatih Camii, temaşasına doyamadığımız yedi tepenin üzerinde kurulu kandillerin öykündüğümekandır. Külliye ve cami ile birlikte 16 adet medrese, darüşşifa (hastane), tabhane (konukevi) imarethane (aşevi), kütüphane ve hamam bulunmaktaydı. Değişik dönemlerde meydana gelen depremlerde diğer eserler gibi büyük zararlar gördü. En büyük yıkım ise 1766 yılında yaşayarak harabeye döndü. Sultan III. Mustafa tarafından Mimar Mehmed Tahir Ağa'ya onartılarak bugünkü haline dönüştürüldü.
Fatih Camii onca yaşadığı acıya boyun eğmemişken, 29 Ocak 1932'de asırlardır semaları büyüleyen ezan sadası Türkçe ezanla mahzunlaştırılan ilk camii olma kahrını yaşadı yıllar yılı. Fatih Sultan Mehmed, torunlarının vefasızlığına rağmen halen huzur dağıtıyor, ebedi istirahatgahının kutlu toprağında. Bir çağıaçıp bir çağıkapatan 559 yıllık ruhun tazeliğini haykırırcasına... (Restorasyon çalışmalarından dolayıuzun süredir bir bölümü ibadete açık olan Fatih'nin kapılarıibadete tamamen kapatılmışdurumda. Fakat sevindirici olan caminin İstanbul'un fetih günü olan Salıgününde tekrar ibadete açılacak olması. Çalışmalarla ilgili ser verip sır vermeyen Vakıflar Genel Müdürlüğü, ısrarımız üzerine Anadolu Ajansıkanalıyla kamuoyunu bilgilendirdi.)
"Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar..."
İstanbul'u ve fethini anlayabilmek, kavrayabilmek için sadece seviyorum demek yetmez. İstanbul'u sevmenin, sevebilmenin, ruhuna bende olmanın yolu, o ruhu idrak etmekten geçer. Osmanlılar, bu şehri arzulayan ve hedeflerine ulaşabilmek için cihad ruhuyla yollara düşen insanlar topluluğundan sadece bir zerredir. 16. Yüzyılda Venedik Elçisi; "Roma dünyanın hülasasıdır, İstanbul ise dünyanın kendisidir"sözünü laf olsun diye ifade etmemiştir.
Çünkü nice güzel beldelerin yanında dünya onda kendini mutlu etmiş, onda toplanmıştır. Nice şiirler, nice duygular onda var olmanın mutluluğunu tebessüm etmiştir. Buram buram İstanbul ruhu kokan dizeleriyle rahmetli Üstad Necip Fazıl Kısakürek duygularınıne güzel dile getirmiş"Canım İstanbul"şiirinde:
"Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! /Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... / Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, / Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu. / Her şafak hisarlarda oklar çıkar yayından / Hala çığlıklar gelir TopkapıSarayı'ndan. / Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; / Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... / Gecesi sümbül kokan / Türkçesi bülbül kokan, / İstanbul, / İstanbul..."
Keşmekeşliğine, dejenere olmuş insan ruhuna rağmen İstanbul hala güzel. Çünkü, İstanbul sevdaların kesiştiği şehir. Tarihin asaletini ve ihtişamınıyükselen minareleriyle gök kubbeye haykıran, gönüllere olduğu kadar gözlere de mutluluk ışıltılarıyaktıran, saflarında cem olan müminleriyle, herkesin kalbinde bir başka resmettiği güzeller güzelidir İstanbul. Hele de 7 tepeyi süsleyen o kandilleri...