Medeniyet zemininde Jön Türkler veya muhalefet
On dokuzuncu yüzyılda bilim ve teknikte batıdaki hızlı gelişmeler karşısında Osmanlı; sosyal, siyasi ve ekonomik üstünlüğünü kaybetti. 2. Abdülhamid devletin neredeyse var olmakla yok olmak arasında kaldığı zor dönemde iktidara geçmiş ve 33 yıl tabir yerindeyse devletin ömrünü uzatmıştır.
İkinci Abdülhamid iktidara geldiği yıllarda batıdaki bilimsel ve teknik
gelişmeleri takip etmek ve faydalanmak için birçok öğrenciyi batı başkentlerine
gönderdi. Ne yazık ki eğitim için gidenler batıdaki bilim, teknikteki
gelişmelerden çok gittikleri Avrupa başkentlerindeki kültür ve yaşam tarzından
etkilenmiş ve gelişmenin neredeyse bu yaşam tarzından kaynaklandığı gibi aciz
ve yanlış bir inanış içerisinde ülkeye dönmüşlerdir.
Toplumun değerlerine yabancılaşmış, Siyasi donanımdan yoksun bu kesimler
özellikle dönemin küresel gücü İngiltere, Fansa veya Alman istihbaratlarının
etkisiyle Abdülhamit’e karşı muhalefette kullanılmış, dönemin küresel
güçlerinin desteği ile iktidar ele geçirilmiş Osmanlının yıkılışına giden süreç
daha da hızlanmıştır.
zaman ve tarih değişse de hedef ve roller değişmiyor.
Dün jön Türkler veya ittihat terakki, bugün altılı masa hesapları.
Dün olduğu gibi bu günde bir taraftan tarihimizden ve coğrafyamızdan
kaynaklanan sorunlar diğer taraftan muamma bir küresel kültür ve bu küresel
kültürün kontrol edebildiği başıboş bir toplumun yaratılmak istenmesi.
Yüz yıldır tüm saldırı ve tahribatlara rağmen Şunu unutmamalıyız ki, Her
şeyden önce Biz, hakikat medeniyetinin varisleriyiz. Bu hakikat İslam
medeniyetidir. Evet zamanla Medeniyetimizin bütün dinamiklerini terk ettik. Tüm
dinamiklerimizi feda ettik. Sonuçta gelinen nokta iç açıcı olmadı.
İslam medeniyetinden habersiz bir iman dır bizi bu içinden çıkılmaz hale
getiren. Medeniyet olmadan İmanın eksik ve zayıf kalacağını düşünmedik.
Zira; İslam sadece bir inanç değildir. Sadece inanca bağlı, bir takım
itikatlara bağlı bir takım fiillerden ibaret değildir. Sadece Ahlak da
değildir.
İslam bir medeniyettir. Hatta tüm medeniyetlerin anası bir medeniyettir.
Medeniyetler medeniyetidir İslam.
Bir yandan Çin, Hindistan ve uzak doğuyu içine alan doğu medeniyeti. Diğer
yanda, Grek ve sonrasında Roma medeniyetine dönüşen Batı medeniyeti.
Asıl olan, Doğu ve Batı’nın tam ortasında. Kaynağı Ortadoğu, Dicle
Fırat arası, Bereketli hilal denilen ve insanlığın doğuş yeri olarak kabul
edilen Medeniyetler ki, bunun temeli Uluhiyet ve Rububiyete dayalı İslam
medeniyetidir.
Peygamber Medine'ye gider gitmez, Medine’nin eski ismi olan Yesrib’i
değiştirdi. Medine yaptı. Medeniyetle bir bağı olsun diye. Bedirdeki Kureyş
esirlerini Medineli çocuklara yazı öğretmek şartıyla serbest bıraktı. Neden?
Çünkü yazı medeniyetin temelidir.
Avrupa başkentlerinden dönen jön Türkler Tanzimat ile birlikte bizi önce
yazıdan sonra medeniyetimizden kopardılar, çöküşün startı verilmişti. O günden
itibaren ufuk çizgisini kaybettik. Medeniyetimizden taviz verdikçe daha bir
çöktük, çöktükçe de daha çok taviz vermeye başladık. Zamanla kahire düştü, Şam,
Bağdat düştü medeniyetin kalelerini tek tek düşürdüler, İstanbul’u ve
Diyarbakır'ı da düşürmek istiyorlar ki finali görebilsinler.
İstanbul çökerse Medeniyet çöker, Medine çöker, yazı çöker, tarihin ve geleceğin
ufuk çizgisi flulaşır.
İslam medeniyetinin sesi olacak bir yaklaşımla her alanda olduğu gibi daha
güçlü olabilmek adına Eğitim, demokrasi ve hukuk ekseninde de bir yeniden
yapılanma süreci yaşamamız gerekiyor.
Sahip olduğumuz bu aziz Medeniyeti yıkmaya çalışanların elinde kalan son
silahlardır, Eğitim, demokrasi ve hukuk kavramları.
Bu kavramları ne kadar güçlü kalelere dönüştürebilirsek medeniyetimize kast
edenlerin hevesleri o derece kursaklarında kalacaktır.
Kaleleri güçlendirecek liyakatli kadroların inşa sürecinde alanlara inmesi
lazım.
Zira günümüz siyasetinde sıklıkla kullanılan “liyakat” kavramı ne yazık ki,
nerdeyse Devletin Bekası ile özdeşleşecek kadar önemli bir kavram halini
almıştır.