Medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavar mı?
Medeniyet; bir bakıma şehirleşmenin bir getirisi olmanın verdiği bir algıdır.
Medeniyet; yaşayışta, ictimai davranışlarda, ilim de, fen de, sanat da ilerlemiş; anlayışlı, adaletli, insanca ve refah bir şekilde yaşamanın diğer adıdır.
Yalnızlık Allah'a mahsustur. İnsan beraber yaşayan ve ihtiyaçları olan bir mahlu00fbktur. Her zaman birilerine muhtaçtır. Ondan dolayı bir topluluk içinde yaşamışlardır.
Beraber yaşarken de birbirlerinin haklarını gasp etmemeleri için de kurallar koymuşlardır. Kurallara uymayanlar da cezalandırılmıştır.
Bunun yanında toplumun huzurunu koruyan, refahını geliştiren kurallara uyanları da ödüllendirilmiştir.
Medeni olmak, konulan kurallara uymakla mümkündür. Kırmızı ışıkta durulmazsa, hız sınırı aşılırsa, alkollü araba kullanılırsa, hırsızlık yapılırsa, vergi kaçırılırsa, komşu rahatsız edilirse, ülke sınırına izinsiz girilirse, başkalarının hakkı alınırsa vs. hep cezaları vardır.
Her vatandaş bu kuralları bilir. Bu doğrultuda yaşar. İnsanların huzurunu kaçıran, hırsızlık yapan, vergi vermeyen, hız yapan, kırmızı ışıktan geçen herkes bu hareketinin yanlış hareket olduğunu bilir. Yakalandığında da verilecek cezaya razı olur.
Sorumluluğunun farkında olmak ve bu doğrultuda yaşamak insanı güvenilir kılar. O zaman her sorumluluk insana bir özgürlük sunarken sınırlarını da belirler.
Özgür insan mutlu insandır. Polis durdurup soru sorduğunda korkusu olmayanlar kurallara uyanlardır. Herhangi bir suçu olmayan, aranan listesinde olmayan herkesi rahattır.
Şu da bir gerçektir ki; sorumlulukları terk etmek mahrumiyetler doğurur. Trafikte her zaman hata yapıp çokça ceza alan biri kendine verilen "hata yapma puanı" sınırını dolduracak ve sonunda ehliyeti elinden alınacaktır. Arabayı sürebilmesine, evin önünde arabası beklemesine rağmen arabasını kullanamayacaktır.
Hayatı ve ölümü yaratan Rahman, hangimizin koyduğu kurallara uyacağını görmek için bizi imtihan etmektedir.
Her yaratılanda bir hikmet, her şer görünende bir hayır olması kaidesi bizim başı-boş yaratılmadığımızı, bu cennet misali yeryüzüne kuralsız, kanunsuz gönderilmediğimizi göstermektedir.
Nasıl ki; trafikte yaptığımızın cezasını yalnız kendimiz çekiyorsak, kendi yediklerimizin tadını kendimiz alıyorsak, kendi acımızı kendimiz çekiyorsak, Allah'u Teala'nın koyduğu kurallara uymamanın cezasını ya da mükafatını kendimiz çekeceğizdir.
Kendi yaptıklarımızdan muhakkak sorumlu tutulacağımız bu kadar ortadayken yeryüzündeki dahi evlerimizdeki bu zulüm ne diyedir?
Sorumlulukların farkında olunmadan, görevler yapılmadan, sınırlar bilinmeden süku00fbn ve huzura ulaşabilir miyiz?
Tekrarı olmayan hayatta da bu şekilde yanlışlar şaka götürmez bir gerçektir. Ve bu cezayı verecek Cebbar olan Allah'tır.
Ölüm sonrası hayatta bir vadi dolusu altın da olsa ve hepsini fidye olarak sunulsa, asla kabul olunmayacaktır. Bu dünya mahkemelerinde torpil geçse de, o alem de asla torpil olmayacaktır.
Görünen o ki her sorumluluklar üstünlük getirirken, her sorumluluklardan kaçış da mahrumiyetler doğuracaktır.
Çirkin ve kötü olan her şeyden uzak tutacak olan huşu ile kılınacak namaz, her an ölümü hatırlatıp Hakk'a vereceği hesabı düşüncesi insanı dik tutacaktır.
Hesabı veremeyeceği işleri yapmamayı ve ortamlarda bulunmamayı gerekli kılacaktır.
Her haklıya hakkını vermeyi, haksızlıklar karşısında olmayı zorunlu kılacaktır.
Her hak iddiasında bulunana da hakkını hatırlatmayı, hakka riayet etmezse elinden alınması gerekliliğini hatırlatacaktır.
Aksi takdirde sorumluluklarını yerine getirmezse bundan dolayı birçok mahrumiyetler göreceğini yaşayarak anlayacaktır.
Medeniyetin insana sunduğu nimetlerden mahrum kalacaktır. Sonucunda medeniyeti terk dişi kalmış canavara benzetecektir. İşin aslı budur.
İş işten geçmeden, zamana galip olmadan, kapıyı ölüm meleği çalmadan sorumlulukların yapılmayıp, mahrumiyetlerle yüz yüze gelmeden uyananlara ne mutlu!..