Medeniyet ayarlarına geri dönmeliyiz
Küresel emperyalist sistem, toplumlarda ciddi manada zihin hasarına yol
açtı. Yıkılan binaları tamir edebilirsiniz ancak zihinde yol açılan hasarı
tamir etmek uzun yıllarınızı alır. Bu durum bir taraftan direnme yetimizi
elimizden aldığı gibi diğer taraftan da hepimizde bir zihin kayması yaşattı.
Yıllardır yeni dünya düzeni,
küreselleşme ve insan hakları gibi ayartıcı kavramlarla bilhassa İslam dünyası
üzerinde hâkimiyet kurmaya ve hâkimiyetlerini pekiştirmeye çalışıyorlar.
Bilirsiniz bu sömürü düzenine
karşı olan devletler/toplumlar da demokrasisi olmayan ilkel topluluklar olarak
etiketlendi. Bu sebeple bu toplulukların acilen demokrasiye(bombalara) ve insan
haklarına(köleliğe) ihtiyaçları vardı.
Küresel güçlerin yeryüzü üzerinde hâkimiyet kurma ideolojisine ve
yöntemine dönüşen bu anlayış, finans oligarşisinin yol açtığı derin ekonomik
krizlerle birlikte ayakları üzerinde durmaya çalışan toplumlarda tamiri zor
hasarlara yol açtı.
İslam ülkelerini çözüp, dağıtmak ve kendi dünyalarında hapsetmek
isteyen bu güçlerin temel amacı
İslam dünyasında gerçekleşmesi muhtemel bir siyasi, ekonomik ve askeri
birlikteliğin tesis edilmemesidir.
Bu sebeple sürekli ayartıcı
yöntemlerle halklarda bir bilinç kaymasına ve bulanıklığına yol açtılar. Bu da
kendi aralarında çatışmak ve ayrışmak anlamına geliyor. Oysa her ayrışma ve
tefrika Amerika ve İsrail’in alanını genişletti.
Aydınlardan, yazarlardan, siyasetçilerden de yandaş toplayarak
insanların kafalarının karışmasını sağlıyorlar. Bu şuursuzlaştırma projesine halkların dirençlerini neredeyse yok eden
ve köksüzleşmeyi pekiştiren sömürgeci, tekçi, dışlayıcı, seküler eğitim
sistemleri de destek veriyor.
2007 yılında yayınlanan “Yeni
Sömürgecilik” adlı kitabımda şöyle bir tespitte bulunmuştum;
“Ortadoğu’daki ABD güdümlü
seküler-totaliter rejimleri, bundan böyle açık baskı ve yönlendirmelerle değil
de ıslah etme, bazı haklar verme hatta az da olsa parasal desteklerle değiştirme
toplumların inançlarını dejenere ederek kökten sarsma ve ayakta durma
imkânlarını ve haksızlıklara direnme ruhlarını yok etme yollarına başvuracaklar.”
2010 ve sonrasında “Arap Baharı”
adı altında bunu denemeye kalktılar. Çünkü küresel baronlar insanların birazcık
olsun refaha kavuşturulduğunda en hayati meselelerini, kendi temel varoluşsal sorunları
bile ciddiye almayacak kadar bilinç ve zihin kayması yaşayacaklarını biliyordu,
en azından öngörüleri buydu.
Örneğin “Ilımlı İslam projesi”
tam da böyle bir zihnin ürünü olarak ortaya atılmış bir projeydi.
Açıkçası kitlelerin İslami bilinçlerinden ve kimliklerinden uzaklaşmalarını
sağlayan bir projeydi bu.
Bu uyutucu ve uyuşturucu yeni
sömürgecilik biçimi halen varlığını ağır biçimde hissettirmektedir.
Zaman zaman bombalarla zaman
zaman ayartıcı kavramlarla Siyonizm emelinden asla vazgeçmemektedir.
Aynı vatanın, aynı toprağın, aynı dinin ve aynı medeniyetin insanları
dün olduğu gibi bugün de birbirleriyle çatışmaya zorlanıyor. Bakınız
Alevi-Sünni, Sünni-Şii ve Türk- Kürt çatışması bunun tipik örneğidir.
Şimdi de Türk’ü Türk’e kırdırma
planı devrede. Bakınız bugün İran nüfusunun yüzde 40’nı Türkler
oluşturmaktadır. Ve İran dediğimiz coğrafyada bir medeniyet kurduk biz. Rey,
İsfahan, Tebriz, Nişabur gibi kentler aynı zamanda bilimin, kültürün, sanatın
ve otoritenin merkeziydiler.
Büyük Selçuklu Devleti’ni kuran Tuğrul Bey’in mezarı hala oradadır.
Ünlü vezirimiz Nizamülmülk Farslıydı mesela. O dönemde ayrılık gayrılık yoktu. Bugün ise korkunç derecede planlanmış bir
çatışma ortamına doğru sürükleniyoruz.
Birileri kışkırtır, diğerleri
bunun üzerinde tepinir, ortaya nefret saçılır ve insanlar ciddi bir ayrışma
yaşar. Peki, buradan kim kazançlı çıkar?
Çatışanlar mı, çatıştıran mı?
Bu yüzdendir ki bize sunulan bölücü, ithal ideolojik çerçeveleri
reddetmeliyiz ve medeniyet ayarlarına geri dönmeliyiz.