Mecburi Eğitimi 30 yıla çıkartalım!
Oh be, nihayet bizden başka da gündeme getiren oldu bu meseleyi!
Dün, Habertürk yayınında, Türk Müteahhitler Birliği Başkanı
Erdal Eren’e denk geldim.
“Konut fiyatları düşer mi, artar mı?” konulu programda,
üzerinde sık sık durmaya çalıştığımız meseleyi gündeme getirdi Sayın Eren.
“Üniversite mezunu
mesleksizler ordusu” dediğim mesele.
“Gençlerimizin neredeyse tamamı, liseden sonra üniversiteye
gidiyor.
Piyasa harıl harıl eleman
arıyor, tabii işi hakkıyla yapabilen
eleman arıyor.
Bir kepçe operatörü bulmak dahi çok büyük bir problem haline
gelmiş durumda.
Biz ise ne yapıyoruz;
Milyonları üniversitelere yönlendiriyoruz.
Genç oradan mezun oluyor.
Diploma var, meslek yok.
‘Ben üniversite mezunuyum’ diyor, ‘müdür’ olmayı hedefliyor.
Bu memlekette milyonlarca kişiye müdürlük verilemez!..”
Üç aşağı beş yukarı bunları söyledi Sayın Eren.
Ve ardından da…
“Gençlerimizi yaşları
çok ilerlemeden meslek eğitimine, mesleğe yönlendirmemiz gerekiyor. Bunun başka
yolu yok!” dedi.
Aklın yolu bir.
Biz de, birçok yazımızda,
Eğitimde 12 yıl mecburiyetinin getirilmesine ve
üniversitelerin kapısının ardına kadar açılmasına tepkimizi dile getirmiştik…
Memleketin dağına taşına inşa edilen ve çoğu aşağı yukarı
“bina”dan ibaret olan üniversitelerin çoğu, evet, “mesleksiz diplomalı”
üretiyor.
Üniversitelerden, “kaldırım
mühendisleri” çıkıyor.
“Kaldırım” işletmecileri, iktisatçıları, sosyologları…”
Üniversite öğrencilerinin belki “10’da biri” doğru dürüst
bir yerde eğitim görüyor.
Biz ise, üniversite
öğrencisi sayımızın 10 milyona doğru hızla yol almasıyla övünüyoruz.
Üretim devi Almanya ile “Üniversiteli
sayısı bizdekinin üçte biri kadar, bunların da bir halttan anladığı yok canım!”
diyerek dalgamızı geçiyoruz…
Her yanımız, çok azı “talebe” niteliğindeki öğrencilerle
dolu.
Yani “talep” eden.
Bugünkü öğretmenlerin çoğu da, kısa süre önce öğrenciydi.
Çoğu da talebe değildi!..
Öğreniciydi.
Şimdi de öğretici!..
Öyle bir haldeyiz ki, televizyonlardaki her biri “Aileye
Dinamit” niteliğindeki dizilerin “yapımcıları”nın kimler olduğunu, bugüne kadar
nerelere “hizmet” ettiğini bile sorgulamıyoruz.
Küçücük bir “google” araştırması bile gelmiyor aklımıza.
Ezbere alışmışız çünkü, “Hocam, dizize buk ne demek!”
Eğitimin süresi uzuyormuş…
Diz ize pensıl!
“Onu bunu boşver de
abi, devlete kapağı atacan annadın mı, oh!”
Vah ki vah!
Okul yollarında, okul sıralarında, kantin sıralarında,
koridorlarda, hır gürün arasında…
Bütün yıl, 12 yıl, 20 yıl binalarda tutuyoruz milyonları…
Her sene aynı dersler, hayattan kopuk dersler…
Öğrenci süper akıllı, süper zeki, süper çalışkan da olsa…
O 12 yılı, tamamlayacak.
Tek tip eğitim!
Yıl dediğiniz de, çoğu tatil, matil aslında.
Vakit dolduruyoruz..
Sanki vaktimiz çok fazla.
İnsan dediğin kaç yıl yaşıyor, diyelim ki 70 yıl.
Son 10 yılı çık, çoğu hastalık.
Biz kısacık insan ömrünün en güzel 16 yılını, 18 yılını lise
üniversite sıralarında tükettiriyoruz.
Ne ahirete, ne dünyaya yarayan bir eğitim keşmekeşi…
Eğitimde sürekli olarak “reformcuklar” yapıyoruz, sürekli
olarak bir şeyler deniyoruz.
Sınav isimlerini değişiyor, sınav sistemleri değişiyor, reform yapılacak
deniyor, hayır yapılmayacak deniyor…
Sınıfta kalmak yok pardon var, mecburi kıyafet yok pardon
var, yardımcı kitaba gerek yok pardon var…
Sonra?
Elde kalan ne?
Sayın Cumhurbaşkanı’nın dert döküşü:
“Birçok alanda başarılı
olduk ama eğitimde arzu ettiğimiz başarıyı maalesef yakalayamadık. Nicelikte
çok yol aldık, bundan sonra niteliğe ağırlık vermeliyiz.”
Nasıl olacak bu?
Muhafazakâr camia denilenin de, böyle bir talebi yok işin en
kötü tarafı!
Allah aşkına, eğitim eğitim eğitim diye şikayet edip duran medya
organlarında “eğitim muhabiri” yok, “eğitim yazarı” yok!
Bizler de anne babalar olarak çocuklarımızın sınav
canavarları olmasını istiyoruz sadece.
Diğer tarafların önemi lafta var da, aslında pek yok!
Camia toptan böyle.
Böyle olunca da…
Bakın bunca milli eğitim bakanı geldi geçti son 22 yılda.
Hiçbirinden memnun olmadık.
Hepsi mi kötüydü yani?
Var bir yerlerde başka başka arızalar demek.
Bugünkü Milli Eğitim Bakanı Sayın Yusuf Tekin Hocamız
(Hocamız diyorum, gerçekten de hocamdır)
bu işin şüphesiz en ehil isimlerinden.
Bakalım, şimdiki Sayın Bakan da günün birinde görevi
devredecek…
Bakalım, kendisi nasıl anılacak yıllar sonra?
Benim gördüğüm o ki…
Sistem, yapı, şartlar, bakanların ayaklarına 50 şer kiloluk
yükler bağlıyor ve ondan sonra da “Hadi bakalım, koş!” diyor!
Şimdiki Bakan,
aklındakilerin, vizyonundakilerin yüzde birini yapmaya teşebbüs etse gör
başına neler gelir!
x
Ha, durun, sevindiğimiz noktalar da var elbette.
Mesela, başörtüsü yasağının kalkmasının yanı sıra meslek
eğitimini vuran katsayı haksızlığının da silinip atılmasına uzun yıllardır
seviniyoruz…
Lâkin orada kalıyor, ne tesettürün hakkını verebiliyoruz, ne
de meslek eğitiminin önündeki katsayı engelinin kalkmasının!
Yazıya, Türk Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren’in
“Adam çok, iş yapacak adam yok!” muhtevalı değerlendirmeleriyle başlamıştık.
Siz istediğiniz kadar meslek eğitiminde şunu yaptık, bunu
yaptık deyin…
Ben piyasaya sorarım.
Piyasada özellikle “ara eleman” sıkıntısı var mı, yok mu?
Bu sıkıntı azalıyor mu, artıyor mu?
Ben kendi alanımdan misal vereyim:
Birçok başvuru oluyor, iletişim fakültelerinden.
“Türkçe bilen” talebe ya da mezun bulmakta çok çok
zorlanıyorum!
Geliyor iş görüşmesine, bir şey söylüyorsun.
“Aynen” diye karşılık veriyor.
On dakika en az 10 aynen duyunca…
“Aynen, devam!” diyorsun!
Neyse ki "büyüklerimiz" bu işleri çok iyi
biliyorlar...
Bundan dolayı da, liseyi 4, mecburi eğitimi ise 12 yıla
çıkarttılar!
Madem “işlevi değil de
süresi” mühim eğitimin.
Oldu olacak 30 yıl yapalım şunu da, hep birlikte rahata
erelim!