Mecazı Anlamayan Nesil
Bu başlığı aslında “Melâli anlamayan nesle âşina değiliz” şeklinde de okuyabilirsiniz/anlayabilirsiniz. Neden mi? Söyleyelim. Melâl, yani hüzün mecâzin yol arkadaşı. Sıkıntıyı, hüznü tanımayan bugünkü modernite mecazı da tanımıyor. Mecaz’dan hakikate giden yolu hiç tanımıyor. Buna karşın modernite insanı edilgen yapma konusunda ise mahirdir.
Eskiden bu edilgenlik sufiler için kullanılırdı. Mecazı anlamayan nesil, mecazla hakikat köprüsünü kuramayan nesil olarak adlandırılırdı. Bunu biz değil, dönemin şairleri yani aydınları söylerdi. Nedeni ise şiirlerinin derinliğine inememiş olmasıydı.
Mevlana Hazretleri derdi ya “Herkes kendi zannınca bana yaklaştı fakat kimse içimdeki sırları aramadı. Mevlana’nın bahsettiği muhtemelen bizim de bahsettiğimiz kişilerdir. Yani sufiler… Meseleyi biraz açalım. Sufiler için yazılmış bir beyit var. Şairi Edirneli Emirî. Bu şiiri okuyunca pek hoşuma gidiyor.
Sûfi mecâz anladı yâre mehâbetim /Âlemde kimse bilmedi hakikatim
Şiirde özellikle bu beyit okununca şairinden ziyade Hallac-ı Mansur’u ve ondan sonra da Yunus Emre’yi hatırlarım. Nasıl bir hatırlanışsa bilemiyorum doğrusu. Neden bu beyti Hallac-ı Mansur’a yakıştırıyorum. Çünkü Mansur, mecazın arkasında mecazın öte yakasından bir hakikatten bahsediyordu. Ve bu hakikat uğruna canını vermişti o.
Yine bu beyti yakıştırdığımı ifade ettiğim diğer bir zat ise Yunus Emre… Her ne kadar Yunus Emre sûfice şiirler yazmışsa, miskin abasını giymişse ve üstadının tekkesine kırk yıl eğri odun taşımamışsa da yine de sufilerin elinde çektiği kadar çekmiş epeyce. Sufiler, ne Yunus’un mecazî sözlerinden bir şey anladılar ne de onun hakikatli sözlerini benimsediler. Onlar için varsa yoksa Hacı Bektaş-ı Veli. İtirazımız yok hünkâr hazretlerine. Hacı Bektaş-ı Veli bir hal ehliydi. Müridleri de halden hale geçiyordu. Bir söz ehli karşılarına çıksa ya onu kendileri gibi hal ehli yaparlardı ya da meclislerinden uzaklaştırır hatta ötekileştirirlerdi.
Derviş Yunus vaktiyle onlardan çekmişti bir de Molla Kasım’dan. Gerçi Molla Kasım ondan iki asır sonra gelip şiirlerini sigaya (şeriata uyup uymama yönünden) çekmişti. Ki Yunus, Molla Kasım’ın hücumundan ancak şu meşhur beyti ile kurtulabilmişti.
Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme /Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.
Bu beyti okurken acaba Yunus’un sağlığında bir başka Molla Kasım var mıydı aklıma sorular gelmiyor değil. Ama Yunus’a keramet atfedilmek anlamında bunu şimdilik söyleyemiyoruz.
Yine sufilere gelelim. Sufiler Yunus divanından bir şiirden yola çıkarak onun ümmi olduğunu, Bektaşî kültürüne göre köylü ve cahil olduğunu ileri sürerler. Belge olarak gösterilen şiir şudur.
Ne elif okudum ne cim varlıktadır kelecim /Bilmeyen yüz bin müneccim tâalüm n’ıldızdan gelir
Tabi bu beyti Yunus, mütevazılığinden yazmıştır. Şiirde Yunus, kendini bilen kendi yokluğunu idrak eden kişidir, der. Böyle bir kişi ilmi kitabı ne yapsın demeye getiriyor. Vecd halinde söylenmiş bu şiirin mecazını kavradığımızda kitap ehli olan bir insanın tevillerle nasıl küfür uçlarını zorladığını görülmektedir.
Sufiler, yine bu şiirde de Yunus’u ümmilikle yani okuryazarı olmamakla itham etmiştir.
Okumaktan ma'na ne; kişi, Hakk'ı bilmektir
Çün okudun bilmedin, ha bir kuru emektir."
Yunus, burada ümmî olmakla övünüyor. Ama bu ümmilik başka. Allah’ın bilgisi karşısında bilgisizliğe; insanın ekilmemiş tarla, yazılmamış kâğıt gibi temiz olmasına tasavvufta ümmilik denilmekte. Yunus’un kendini ümmi göstermesi durumu sadece onda değil o dönemde diğer klasik şairlerimizde de olmuştur. Mesela Fuzuli, Leyla vü Mecnun adlı eserinde Mecnun dilinde bir şiir yazdırır. Mealen şiirde der ki Kays, (Mecnun’un gerçek ismi) aşk mektebinde sadece iki harf öğrendim. Bu harflerle Leyla’nın adını yazdım. Şimdi bu kadar şairane ifadeden sonra Leyla’ya mektuplar yazan Kays’ı dolaylı olarak Fuzûlî’yi ümmi mi sayacağız. Tabi ki de hayır.
İlk sözümüzü hatırlayalım. “Mecazı anlamayan nesle aşina değiliz.”