Mayıs sıkıntısı
Bizim Mayıs sıkıntımız başka. Mayıs’a ulaşıp da sıkılmayı ve birbirini sıkıp üzmeyi başarabilen bir toplum olarak enteresan bir toplumuz. Saraçhane buna tanıklık etti. Kaldırım taşları da…
Boş hayatların olmayan bütün felsefesini ille de birkaç slogana sığdırmaya çalışması neyse de epeyce eski bir ideolojinin mensuplarının en azından zarar vermeden bir şeyleri dillendirebilmeyi, kendini talansız ve taşkınlaşmadan ifade etmeyi öğrenme yaşı geldi de geçmedi mi? İdeolojilerin ve dinlerin ömrü buna yetmedi mi? Sorularını bir kenara koyuyorum. Bu arada şeyhi vefat eden oluşumların şeyhsiz kalmaması değil, çok şeyhli olması ve ayrışmanın belki normal fakat ayrışma üslubunun anormal oluşu konusu vardı ama, biliyorsunuz; şahsen çok gündem bilmiyorum.
Mayıs sıkıntımız; en genel anlamda, bir türlü memnun edemediğimiz insanın memnun olma durumunun en çok da kendisi ile ilgili olduğunu fark etmemiş olmasından ve hep kendisini merkeze alarak “Şimdi tamam! Herkes beni memnun etmeye çalışsın!” cümlesinde ifadesini bulabilir.
Malum henüz geçti yanımızdan “Emek ve dayanışma” bayramı(!)…
"İşsiz"e her gün, işçiye bir gün bayram demeyeceğim. Emek işçinin tekelinde de değil. Çok "Sanat işçisi"(!) gördüm emeğinin karşılığını alamayan. Söz gelimi biz yazarların çoğu ne gazete ne dergi ne de kitaplarımızdan hiçbir telif alamıyoruz. Yalan mı? Hayır! Zihnin ve ruhun teri nedense bir türlü görünmüyor. Her taraf ağlamaklı yayıncılarla dolu. Ağlamayanlar ise popüler olanı yanına alıp gülüyor.
Bakıyorsunuz bir kesim emeğin karşılığını Allah’a ısmarlıyor. Çok üst düzey bir hareket bu(!) Allah razı olsun cümlesini başlı başına bir emek sömürüsü olarak kullanırken, bu suiistimal işini masmavi bir tül ardında yapmak… Çok duygulandım. Buna çok fazla maruz kaldığım için anılarım depreşti… Kendileri bizim gibi yazar, çizer vs gibi insanların rızasını hiçe sayar ve parsayı götürürken bizler hep rıza makamında kala kalıyorduk…
Emekte cinsiyetçilik de çok fazla. Kadının koskoca ve süresiz bir işletme olan evindeki basbayağı işçiliği, sınırsız mesaisi ev hanımlığı adı altında saklı kalmaya devam ediyor. Bir ara onca kitabı yazdığımızı tabii ki bilmeyen birileri “Ev hanımı mısınız, çalışıyor musunuz?” dilemması ile bana bir soru tevdi etmişti de şu şekilde karşılık vermiştim. “Ev hanımıyım fakat eşek gibi çalışıyorum.”
Eh bir yandan babanın ne işte çalışırsa çalışsın ne kahırlar çekerse çeksin emeği kimi kadıncı-lar tarafından hiçe sayıldı, görünmez oldu. Baba olmanın emekte adı silindi. Sebeplerini veya doğruluk derecesini ayrıca konuşmalı. Vesaire…
Şöyle bir şey var. Nedense herkes "Benim emeğim senin emeğini döver, ben daha çok çalışıyorum!" havasında. Herkes kendi emeğini ölçü alıp diğerinin emeğini küçümsemeye meyilli. Küçümseme işinde mesai harcıyor. Adı belli bir iş, eylem bu…
Emeklerin özellikleri ve farklılıkları dikkate alınmadan nitelikli niteliksiz her emek aynı kefeye konuluyor. Vasıflılar olmadık işlerde heba ediliyorken, vasıfsızlar almış yürümüş oluyor. Bir de kendilerine “Yürü ya kulum!” hitabıyla seslenildiğini de iddia ediyorlar. Birikim hiçe sayıldığı için birikimin yapıtaşı olan emek küstürülüp, yeni ve taze ürerimler özellikle bilimsel, sanatsal alanda bastırılıyor. Akademik hayattaki işçi çekişmelerini, pardon emeksiz dayanışmaları ve geçiş noktalarının nasıl Saraçhane misali tutulduğunu anlatmayacağım. Bakın. Bu cümlemle iki saniyeliğine slogancılardan yana durmuş oldum. Gazeteciliğin(!) objektifliği… Gerçi hep bir terspektif var ama…
Resmi devlet memuriyetinde eskiden saat onbire doğru başlayan, öğle yemeği ile araya giren, saat üç buçuğa doğru da rujların sürülmeye başlandığı ve gelenlerin mesai bitti diyerek adeta kovulduğu bir memmuriyet dönemi vardı, o bitti gibi. Neyse işte resmi ortamlarda veya özel ofis ortamında geç başlasan, erken bitirsen, savsaklasan da sadece orada olduğun için "Çok emek veriyor, çok yoruluyor!" ön kabulü varken, her türlü hak ve imkanlara da sahip olabiliyorken ve emekli olabilmek mümkünken diğer emekler değerlendirilmede kapsam dışında bırakılıyor. İşin aksamadan yürümesine hatta hızla bitirilmesine asla alışık bir toplumda olmadığımızı ise kesinkes, kendi sayısız tecrübelerimden ve genel analizlerden de biliyorum. İlmel, aynel, hakka’l yakîn biliyorum. Biliyoruz. Hatta hızınızı siz kesmek zorunda kalıyorsunuz. Hızınız yadırganıyor ve değerlendirilmiyor bile... Siz işgüzarlık yapmış oluyorsunuz. Diğer her şeyde hızı seven bu toplumun çoğunluğu nedense çalışma, emek verme ve ülkesi için üretimde salyangozca takılıyor.
Karşılıksız kalan veya karşılıksız kalması fakat en azından saygıyla karşılanması için kavga edilmesi gereken çok fazla emek adı var.
İşçinin adı çıkarılmış. Tarihsellikten çıkarılıp her emek tek tek düşünülerek güncellenmesi gereken bir konu bu. Eh biz de yüzeysel de olsa bir gazete yazımı değinmiş olduk.