Mavi Vatan ve 12 Adalar
Neslimize bir asırdır tersyüz
edilmiş bir tarih okutuluyor. Akı kara karayı ak, doğruyu eğri eğriyi doğru,
devleri cüce cüceleri dev gösteren bir tarih… çok azı dışında kendi tarihini
bağımsız kaynaklardan araştırıp gerçeği öğrenen de yok. Böyle olunca, neslimiz
canları pahasına vatan ve mukaddesatını savunan kendi ecdadına düşman oldu.
Mukaddesatı çiğneyen ve vatanı satan hainleri de kurtarıcı olarak tanıyıp
tapınırcasına sever oldu. Kendi celladına âşık olan misali…
Şimdi gelin 12 adaları nasıl
kaybettiğimizi bir kere daha hatırlayalım. Tabi 65 parçaya bölünen Osmanlı
İslam devletinin dağıtılıp paylaşılması da bundan farklı değildir. Ne çektikse,
içimizdeki hainlerden çektik.
1943 yılında Mussolini anavatan
derdine düşüp Adaları boşaltma emrini verdi ve Türkiye'ye, 'Gelin, adaları
sizden almıştık, eski adalarınızı alın' dediler. Almadık, bizim başkasının(!)
toprağında gözümüz yok dedik.
Derken İtalyanlar gitti, Almanlar
işgal etti adaları. Onlar da 1945 yılında yenileceklerini anlayınca adaları
boşaltmak zorunda kaldılar ve bize adalarımızı geri almamızı teklif ettiler.
Türkiye buna da yanaşmadı. “Bizim sınırlarımızı dışında bir çakıl taşında dahi
gözümüz yok” dedi. Yani İnönü ve aveneleri…
Nihayet 1945 baharında İngiliz
donanması, Almanların boşalttığı 12 Ada'yı işgale başladı. Yunanistan
İngiltere'ye başvurup adaları istedi (bu arada Rodos'u işgal etmişti). Nihayet
10 Şubat 1947 tarihinde Paris Konferansıyla 12 Ada Yunanlılara teslim edildi.
Olayları sıraladık ama hani kanıtlarımız? İşte:
İlk olarak Feridun Cemal Erkin'in 1976 yılında Milliyet
gazetesinde yazdıklarına bakalım.
“1946'da Paris'te toplanan
savaşın galipleri, İtalya ile barış antlaşması şartlarını görüşmektedir.
Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği görevini yürüten Erkin, hükümete
konferansın 12 Ada'nın kaderini tayin işini görüşeceğini bildirmiş, görüşmelere
katılma girişimde bulunmak için izin istemiştir. Hükümet Cumhurbaşkanı
İnönü'nün başkanlığında toplanmış ve şu kararı almıştı:
“İkinci Dünya Savaşı dışında
kalmış olmaklığımız dolayısıyla, savaşın ganimetlerinden pay almak hakkımız
yoktur. Konferansa davet edilmek için müracaat yapılmayacaktır.”
ABD Büyükelçisi Edwin Wilson'la
görüşen Erkin; ona, Adaların aslında Türkiye'ye ait olduğunu, Anadolu'ya en
yakın olanlarının bize verilmesi gerektiğini söylemiştir. ABD Elçisi bu iddialı
sözler karşısında sessizliği yeğlemiş olmasına rağmen, Erkin aynı görüşleri bu
defa İngiliz Büyükelçisi Sir David Kelly'e aktarmış, o da durumu Dışişleri
Bakanı'yla görüşeceğini bildirmiştir.
Sonuçta Erkin'in girişimi Ankara
tarafından engellenmiş ve 12 Ada, nüfusun çoğunluğu Rum olduğu gerekçesiyle ve
silahsızlandırmak şartıyla Yunanistan'a ihsan edilmiştir. Böylece Yunanlar
Rodos dışında tek kurşun atmadan hiçbir zaman kendilerinin olmayan adaların
sahibi oldular.
Yalnız Erkin'in dikkatini
çeken nokta önemli. Eğer bir yerde çoğunluk olmak orada hak sahibi olmak
anlamına geliyorsa, bu niçin başka meselelerde bizim lehimize uygulanmamıştır?
Mesela Batı Trakya'da nüfusun %80'i Türk’tür. Bu mantığa göre bizim de Batı
Trakya'da hak iddiamızın doğacağını savunacak çapta, acar ve gayretli bir
Dışişleri kadromuz olsaydı, bazı hakların kazanılması mümkündü.
Dahası var. 2. Dünya Savaşı
sırasında Almanlar, İngilizler ve Ruslar (özellikle Stalin) Bulgaristan
sınırında bazı yerler ile Adalar'ı veya birkaç adayı almamızı teklif etmişlerse
de Tek Parti hükümeti hep çekimser kalmıştı. (Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 4.
Kitap (1. Bölüm), Bilgi: 1999, s. 139-41)
Madalyonun öbür tarafını, eski Dışişleri Bakanlarımızdan
İhsan Sabri Çağlayangil açıklıyor.
Cüneyt Arcayürek'in yaptığı
söyleşide Çağlayangil Dışişleri Bakanlığı arşivinde bir belge gördüğünden
bahsediyor ve içeriği hakkında şu bilgiyi veriyor:
“İngiltere, adalar konusunda
Paris Konferansı hazırlanırken, Ankara elçisi eliyle Türk hükümetine bu
konferansa katılmasını bildirmiştir. Belki adaların hepsinin Türkiye'ye
verilmesi bahis konusu değildir, ama bazıları üzerinde Türk yararlarına uygun
incelemeler ve görüşmeler yapılabileceği inancındadır. Gördüğüm belgeye göre,
Dışişleri Umumi Kâtibi nezdinde yapılan bu teşebbüse, Türk hükümeti cevap
vermemiştir. Daha sonra İngiliz elçisi, bir ikinci teşebbüs daha yapmış, bu
adalarda Türklerin de oturduğunu, hiç değilse bu açıdan konferansta Türkiye'nin
de bulunmasını uygun gördüklerini söylemiştir. Hatta İngiliz elçisi, bu
konferansa tam katılmamayı arzu ettiğimize göre, bir observer, yani müşahit
[gözlemci] bulundurmamızı da telkin etmiştir. Bu da uygun görülmemiş olacak ki,
hiçbir hareket yapılmamıştır. Böylece adalar, tümüyle Yunanistan'a geçmiştir.”
(Hürriyet, 11 Kasım 1972)
Yakın tarihe ait belgelerin
kurtarılabilenleri elbet bir gün açılacaktır. O zaman ayrışır ak koyun kara
koyun…