Mavi Vatan ihaneti yeni değil
CHP İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz, "Mavi Vatan'ın
tarifine baktığınızda bu aslında egemenlik haklarının ötesinde alanı kapsayan
ve bu şekilde egemenliğin daha geniş bir alana yayılmasını öngören bir kavram. Mavi
Vatan diye bu 200 mile kadar uzanan alanı da kendi egemenlik alanınız olarak görürseniz,
o zaman saldırgan ve yayılmacı bir algı yaratırsınız" ifadelerini
kullanmıştı. (https://www.yeniasir.com.tr/gundem/2021/09/22/mavi-vatan-doktrini-ve-yayilmaci-iddiasi)
Aynı Cenahtan Fetö, Pkk vb. çevrelerden de benzeri açıklamalar, arda bir devam
ediyor. Ama bu ihanetin hikayesi, çok daha eskiye dayanıyor.
Neslimize bir asırdır tersyüz edilmiş bir tarih
okutuluyor. Akı kara karayı ak, doğruyu eğri eğriyi doğru, devleri cüce
cüceleri dev gösteren bir tarih… çok azı dışında kendi tarihini bağımsız
kaynaklardan araştırıp gerçeği öğrenen de yok. Böyle olunca, neslimiz canları
pahasına vatan ve mukaddesatını savunan kendi ecdadına düşman oldu. Mukaddesatı
çiğneyen ve vatanı satan hainleri de kurtarıcı olarak tanıyıp tapınırcasına
sever oldu. Kendi celladına âşık olan misali…
Şimdi gelin 12 adaları nasıl kaybettiğimizi bir kere daha
hatırlayalım. Tabi 65 parçaya bölünen Osmanlı İslam devletinin dağıtılıp
paylaşılması da bundan farklı değildir. Ne çektikse, içimizdeki hainlerden
çektik.
1943 yılında Mussolini anavatan derdine düşüp Adaları
boşaltma emrini verdi ve Türkiye'ye, 'Gelin, adaları sizden almıştık, eski
adalarınızı alın' dediler. Almadık, bizim başkasının(!) toprağında gözümüz yok
dedik.
Derken İtalyanlar gitti, Almanlar işgal etti adaları. Onlar
da 1945 yılında yenileceklerini anlayınca adaları boşaltmak zorunda kaldılar ve
bize adalarımızı geri almamızı teklif ettiler. Türkiye buna da yanaşmadı.
“Bizim sınırlarımızı dışında bir çakıl taşında dahi gözümüz yok” dedi. Yani
İnönü ve aveneleri…
Nihayet 1945 baharında İngiliz donanması, Almanların
boşalttığı 12 Ada'yı işgale başladı. Yunanistan İngiltere'ye başvurup adaları
istedi (bu arada Rodos'u işgal etmişti). Nihayet 10 Şubat 1947 tarihinde Paris
Konferansıyla 12 Ada Yunanlılara teslim edildi.
Olayları sıraladık ama hani kanıtlarımız? İşte:
İlk olarak Feridun Cemal Erkin'in 1976 yılında Milliyet
gazetesinde yazdıklarına bakalım.
“1946'da Paris'te toplanan savaşın galipleri, İtalya ile
barış antlaşması şartlarını görüşmektedir. Dışişleri Bakanlığı Genel
Sekreterliği görevini yürüten Erkin, hükümete konferansın 12 Ada'nın kaderini
tayin işini görüşeceğini bildirmiş, görüşmelere katılma girişimde bulunmak için
izin istemiştir. Hükümet Cumhurbaşkanı İnönü'nün başkanlığında toplanmış ve şu
kararı almıştı:
“İkinci Dünya Savaşı dışında kalmış olmaklığımız
dolayısıyla, savaşın ganimetlerinden pay almak hakkımız yoktur. Konferansa
davet edilmek için müracaat yapılmayacaktır.”
ABD Büyükelçisi Edwin Wilson'la görüşen Erkin; ona, Adaların
aslında Türkiye'ye ait olduğunu, Anadolu'ya en yakın olanlarının bize verilmesi
gerektiğini söylemiştir. ABD Elçisi bu iddialı sözler karşısında sessizliği
yeğlemiş olmasına rağmen, Erkin aynı görüşleri bu defa İngiliz Büyükelçisi Sir
David Kelly'e aktarmış, o da durumu Dışişleri Bakanı'yla görüşeceğini
bildirmiştir.
Sonuçta Erkin'in girişimi Ankara tarafından engellenmiş ve
12 Ada, nüfusun çoğunluğu Rum olduğu gerekçesiyle ve silahsızlandırmak şartıyla
Yunanistan'a ihsan edilmiştir. Böylece Yunanlar Rodos dışında tek kurşun atmadan
hiçbir zaman kendilerinin olmayan adaların sahibi oldular.
Yalnız Erkin'in dikkatini çeken nokta önemli. Eğer bir
yerde çoğunluk olmak orada hak sahibi olmak anlamına geliyorsa, bu niçin başka
meselelerde bizim lehimize uygulanmamıştır? Mesela Batı Trakya'da nüfusun %80'i
Türk’tür. Bu mantığa göre bizim de Batı Trakya'da hak iddiamızın doğacağını
savunacak çapta, acar ve gayretli bir Dışişleri kadromuz olsaydı, bazı hakların
kazanılması mümkündü.
Dahası var. 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlar, İngilizler
ve Ruslar (özellikle Stalin) Bulgaristan sınırında bazı yerler ile Adalar'ı
veya birkaç adayı almamızı teklif etmişlerse de Tek Parti hükümeti hep çekimser
kalmıştı. (Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 4. Kitap (1. Bölüm), Bilgi: 1999, s.
139-41)
Madalyonun öbür tarafını, eski Dışişleri Bakanlarımızdan
İhsan Sabri Çağlayangil açıklıyor.
Cüneyt Arcayürek'in yaptığı söyleşide Çağlayangil Dışişleri Bakanlığı arşivinde bir belge gördüğünden bahsediyor ve içeriği hakkında şu bilgiyi veriyor: “İngiltere, adalar konusunda Paris Konferansı hazırlanırken, Ankara elçisi eliyle Türk hükümetine bu konferansa katılmasını bildirmiştir. Belki adaların hepsinin Türkiye'ye verilmesi bahis konusu değildir, ama bazıları üzerinde Türk yararlarına uygun incelemeler ve görüşmeler yapılabileceği inancındadır. Gördüğüm belgeye göre, Dışişleri Umumi Kâtibi nezdinde yapılan bu teşebbüse, Türk hükümeti cevap vermemiştir. Daha sonra İngiliz elçisi, bir ikinci teşebbüs daha yapmış, bu adalarda Türklerin de oturduğunu, hiç değilse bu açıdan konferansta Türkiye'nin de bulunmasını uygun gördüklerini söylemiştir. Hatta İngiliz elçisi, bu konferansa tam katılmamayı arzu ettiğimize göre, bir observer, yani müşahit [gözlemci] bulundurmamızı da telkin etmiştir. Bu da uygun görülmemiş olacak ki, hiçbir hareket yapılmamıştır. Böylece adalar, tümüyle Yunanistan'a geçmiştir.” (Hürriyet, 11 Kasım 1972)
Yakın tarihe ait belgelerin kurtarılabilenleri elbet bir gün
açılacaktır. O zaman ayrışır ak koyun kara koyun… Subheneke... Bihamdike...
Esteğfiruke...