Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2964.29
BIST 100
9665.41
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Aralık 2021

Materyalizm Versus Maneviyat

Jürgen Habermas modernliğin içine düştüğü handikaplardan birisinin de toplumların artık ekonominin dili üzerinden ilişki kurmaları olduğunu belirtmektedir. Habermas’ın böyle bir tespitin ardından sosyolojinin babaları olan Comte ve Durkheim’ın sanayileşme ve bireyselleşmenin zayıflattığı “dayanışma”ya göndermede bulunması üzerinde durulması gereken bir noktadır.

Genelde toplumlarda “önemli olan maneviyat, maddiyatçı olmamak lazım” şeklinde özetlenebilecek argümanın sıkça zikredildiğini duyarız. Ortada varolan gerçeklerden birisi, maneviyat vurgularına rağmen “madde” üzerine yoğunlaşma toplumumuzda niçin artmaktadır? Söz gelimi muhafazakar kesimin 1970’li ve 80’li yıllarda daha kuvvetli olan bu maneviyat vurgusunun, bugün gelinen noktada söylemi aşamayan bir yüzeyselliğe dönüştüğünü görmek lazımdır.

Yine toplumda insanların maddi olanı talep etmek konusunda eskiden daha baskın olarak görünen bir utangaçlıkları vardı. “Gözünü maddiyat bürümüş” demesinler diye, maddi taleplerini bile maneviyatın toplumsal meşruiyet söylemleri içinde dile getirirlerdi. Ancak bir gerçek daha var ki, farklı ideolojik kesimlerden insanların 1970 ve 80’li yıllarda “dava” kelimesi etrafında özetlenebilecek madde ve manaya dair geliştirilmiş refleksleri vardı ki, bugün belli bir yaşın üzerinde bu söylemlerin azalsa da devam ettiğini görmekteyiz.

Yıllar önce okuduğum Muhammed Kutup’un “İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler” isimli kitabında aklımda kalan belirleyici cümle “insanın çift kutuplu” bir varlık olduğudur. Kur’an Şems suresinde “insana fücuru ve takvasını ilham eden” ifadesiyle bu kutupların üst kavramlarına vurgu yapmaktadır. Dolayısıyla madde ve mana kavramlarının insanda sağlıklı biçimde inşası dengeli bir hayat açısından da anlam taşımaktadır.

Bugün özelde toplumumuzda Habermas’ın deyişiyle ekonomik dilin tüm ilişkilerdeki hakimiyeti acaba hangi sebeplere bağlanabilir? Bu soruyu her boyutuyla cevaplandırmak aynı zamanda toplumsal hafıza ve kültürün derinliklerinden gelen dip dalgaları da bizim için sarahate kavuşturacaktır. Öncelikle bugün madde ve mana arasındaki dengesizliğin insanlar arasında yükselmesini, yakın geçmişteki periferik durumlarıyla bağlantılı olarak “madde”ye olan uzak hayatlarına bağlamak mümkündür. Bu durum muhafazakarların yıllar içerisinde “arzu “biriktirmelerini sonuçlamış görünmektedir. Dolayısıyla şöyle bir argüman öne sürmek mümkün görünmektedir; dengeden uzak aşırı maneviyatçı söylemler, süreç içerisinde aşırı maddiyatçılığa doğru savrulma riski taşımaktadırlar.

Meselenin bir başka boyutu da kutsal-profan, ruh-beden gibi ikiliklerde olduğu gibi mana-madde kavramları arasında da bir dualitenin açığa çıkmasıdır. Dualite bu ikili kavramlardan her birini diğerinden bağımsız bir hakikat olarak kabul eden yaklaşımların tümünü tanımlamaktadır. Bu bağlamda dualistik bakış açısı bir boyutuyla “mana”yı ya da maneviyatı her şeyi açıklayan ve hatta insan hayatını da bütünüyle maneviyattan ibaret görmektedir. Bir diğer boyutuyla da “madde”yi merkeze alan, insanı ve evreni salt materyalistik bir çerçevede okumaktadır. Söz gelimi günümüzde maddi ve manevi danışmanlıkların birbirinden bağımsızlaşarak ayrılması böyle bir handikapı taşımaktadır.

Yaşanan süreçler maneviyatçılığın madde ile beslenmeden metafizikleşerek toplumların üzerine çökmeye başladığını göstermektedir. İnsanların bastırılmış “maddi”lik boyutunun, maneviyat söylemi içinde bir dip dalga şeklinde işleyerek sürekli arzular ürettiğinde, bir müddet sonra koyu bir materyalizme dönüşmesi imkan dahiline girebilir.

Neticede bugün çokça şikayet edilen madde-mana dengesizliği, önemli oranda yakın tarihteki mahrumiyetlerle de ilintili görünmektedir. Maneviyat önemlidir ama maddesi olmayan toplumların maneviyatı amorf bir görünürlük kazanmaktadır. İşte bu sebeple maneviyat görüntülerinin içinden mebzul miktarda materyalizm fışkırmaktadır.