Materyalizm içerikli din
Geçen yazımızda dini görünümlü materyalizmi yazmıştık. Bunun temeline de önce zihin sonra da gündelik hayatta varolan dualizmi ve Yeni Eflatuncu fikirleri yerleştirmiştik. Neticede din ve dünyayı iki bağımsız kategori olarak konumlandırmak, ruhbanlıkta olduğu gibi ya da dini mistisizmle özdeşleştirmek gibi bir sonuca ulaşabilmektedir.
Zihniyetin böyle bir sonuç vermesi, insanın hakikatini tam anlayamamaktan ve dualizmden geçmektedir. İnsan ruh ve beden gibi iki önemli unsurdan oluşmaktadır. Bunlardan birinin olmaması durumunda insan eksiktir. Dualizm, ruh ve bedeni birbirinden bağımsız parçalar kabul ettiğinde, birini öncelemek durumunda kalmaktadır. Bu durumda pratikte dinlerin “ruh”u, seküler ideolojilerin de “beden”i ontik bir kategori şeklinde gördüğünü bilmekteyiz. Tam da bu sebeple Post/Modern düşünce beden üzerine odaklanmaktadır. İçinde yaşadığımız çağda bunun yansımalarını görebilmekteyiz.
Yeni Eflatuncu felsefenin sudur nazariyesi ile varlığı bir taşma olarak izahı, daha sonraki katkılarla dünyaya ve insana indikçe kutsallığın azaldığı düşüncesini üretmiştir. Böylece dünyanın kötü olduğu farklı söylemlerle dile getirilmeye başlanır. Bilhassa tasavvuf düşüncesinde bu durum daha baskındır.
Bunun ruh ve beden dualitesine yansıması, ruhun çok yüze olması ve bedenin de insanın kötülüğünün, düşüşünün ve günahının temel sebebi sayılmasıdır. Ortaçağ boyunca Batı Hıristiyan düşüncesinde bu anlayış yayılmış ve yürürlükte olmuştur. Bedene gerekli olan değerin verilmemesi ve kötülenmesi, aslında insana ait bir hakikatin de reddi anlamına gelmektedir. İşte modern düşünce buna itirazla, Ortaçağ düşüncesi karşısında galip gelmiştir. O da bedeni aşırı yücelterek bir başka krizi birlikte getirmiştir.
İşin aslı hakikat fikri çok önemlidir. Dış dünyada insanın, tabiatın, yaşadığımız hayatta en yüze hakikate bağlı olarak diğer gerçekliklerin tanınması ve onlara hakkının verilmesi bu bakımdan önem taşır. Aksi halde olgusal durumun tersine davranıldığında, buna uygun geliştirilen düşünce ve ideolojiler hayattan geri dönmek durumunda kalır. Ortaçağ düşüncesi, bedenin gerçekliğini, modern çağ da ruhun gerçekliğini; temelde her ikisi de ruh ve beden arasındaki denge ve ilişkilerin gerçekliğini kavrayamadığı için krize düştüler.
Tevhit düşüncesi, insanı kuşatan tüm olgular dünyasında ve bizzat insanın kendisinde dualiteler oluşturarak hareket etmediği gibi, tam tersine bunların dengesinin gözetilmesini öngörür. Aslında tevhidin temeli de buraya davranmaktadır. Dualist düşünce bir ögeyi aşırı kutsallaştırarak onu gerçekliğinden bir başka yere taşır. Onlara ayrı birer gerçeklik payesi verir. Tevhit ise, onların aynı referansta buluştuğunu bize anlatmaya çalışır.
Müslüman dünya modern zamanlarda ve özellikle 1980 sonrasında ciddi bir kapitalistleşme süreci içerisine girmiştir. Müslümanlar ciddi bir kapitalizm eleştirisi yapmak yerine, bunlarda içerilen materyalizmi temel alarak üzerine din inşası yapma tavrına girdiler. Böylece üst yapıda dinin ve dini sembollerin olduğu bir görünüm; alt yapıda da bunları belirleyen materyalist bir perspektif oluştu. Maalesef bir kısım dini fetvalar da bunu onaylayarak meşrulaştırdılar.
Batı’nın yaşadığı düşünsel krizin aşılabilmesi, en başta “hakikat” fikrinden başlayarak bir düzeltme ile sağlanacaktır. Bugün dünyayı sarsan materyalist eğilimlerin madde-mana, beden-ruh arasındaki dengenin yeniden sağlanmasıyla; yani her ögeye hak ettiği yeri ve değeri vermekle gerçekleşecektir. Aksi halde insanlık bu dualiteler arasında bocalamaya devam edecektir.