Dolar (USD)
32.60
Euro (EUR)
34.81
Gram Altın
2496.79
BIST 100
9464.71
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Ağustos 2022

Matbaayı "İslam" mı engelledi?

Ülkemizin en önemli sorunu kamplaşmadır.

Kamplaşma iki asırlık bir süreçtir.

Kamplaşma 1800 lerin başlarında geri kalmışlığımızdan “İslam” ın suçlanması ile başlamıştır.

O yıllarda, hayretini ve itirazını Ziya Paşa şu mısralarla ifade eder:

“İslam imiş pabendi terakki,

Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı”

Günümüz Türkçesiyle: “İlerlemenin önündeki engel İslam imiş, evvelce böyle bir rivayet, böyle bir dedikodu yoktu, bu iddia yeni zuhur etti”.

İşte o zaman bu zamandır toplum yarıldı.

“Milli Kültür” ve “Batı Kültürü” taraftarları.

Bu yarılma Türkiye’ye özgü değildir. Batı Medeniyeti’ nin Dünya sahnesine çıkışıyla hemen her batı dışı sosyolojide yaşanmıştır, yaşanmaktadır.

Türkiye’nin zorluğu şudur;

Batı Kültürü taraftarları nötr bir duruş sergilemek, sadece fikir serdetmek, kendi hallerinde Batılı yaşam tarzını sürdürmek yerine, Milli Kültüre ve O’nun omurgası İslam’a amansız bir kin ve nefret dolu olmaları, her fırsatta saldırıyor olmalarıdır.

Muarızlarından kendilerine bir eleştiri geldiğindeyse, “kamplaşma var, kutuplaşma var” yaygarası yapmaktadırlar.

Aslında birlik ve bütünlüğün sarsılmasını değil, karşıtlarına boyun eğdirememeyi, sindirememeyi dert etmektedirler.

Birlik ve bütünlüğü umursasalar, naif ve yapıcı bir dil kullanırlar, yobaz, gerici, tutucu, çağdışı, bağnaz, ilkel gibi aşağılayıcı kelimeleri muhataplarına sarfetmekten kaçınırlardı.

İstiyorlar ki her türlü aşağılamayı, hakareti yapsınlar, karşıtları sessiz kalsınlar.

Türkiye’deki “Batı Kültürü” mensuplarının “Milli Kültür” taraftarlarını zaafa uğratmak için ileri sürdükleri en mühim argüman “Matbaa Meselesi” dir.

Güya İslam matbaayı “Günah” saymış, bu nedenle matbaa 230 senelik bir gecikmeyle ülkeye gelebilmiş, bu gecikme olmasa, Avrupa ile aramızda hiçbir gerilik-ilerilik mesafesi olmayacakmış…

Bu tez, bu varsayım Milli Eğitimizde yıllar yılı öylesine işlenmiş, öylesine beyinlere nakşedilmiştir ki, dindar insanlar bile bunu doğru sanıp, bunun mahcubiyetini hissetmişlerdir.

Bu iddia bir hurafeden ibarettir.

“Resmi ideoloji” nin onlarca safsata ve dogmalarından sadece biridir.

Milli Eğitimimiz insanlarımızda esas görevi olan “ilim zihniyeti” ni yerleştiremediğinden bu hurafe, bir “tartışılmaz doğru” olarak algılanıyor.

Yüz yıldır okullarımızda bir nakarat olarak çocuklarımıza ezberletiliyor.

Körpe beyinler zehirleniyor.

Daha ilkokul sıralarında çocuklarımız kendi dinlerine düşmanlaştırılıyor, bir çelişkiye sürükleniyorlar.

Bu düşmanlık tahsilin ileri basamaklarında daha amansız hale getiriliyor.

Sonra da ülkede kutuplaşma var diye sahte, mütemariz sızlanmalar yapılıyor.

Matbaa konusunda yapılan birkaç gerçek ilmi araştırma akademik düzeyde kalmış, ses getirmemiş, çölde bir sayha gibi kaybolup gitmiştir.

Gerçekler karşısında “Resmi ideoloji” kılını bile kıpırdatmamıştır.

Gerçekleri teslim eden vicdan sahibi ilim adamlarından biri Niyazi Berkes’ tir.

Berkes şunları söyler;

“Matbaa şeriat tarafından engellendi demek kolay fakat bilime aykırı bir tutumdur.

Matbaanın açılmasına ulemanın karşı koyduğuna dair hiçbir kayıt yoktur.

Matbaanın gecikmesi bir din sorunu değil bir devlet sorunudur. Matbaaya karşı düşmanlık İslamlık nedeniyle değil, devlete ait, bugün de makul bulunacak nedenlerledir.

Patrona isyanında matbaaya karşı Şeriat adına bir saldırı olmamıştır, kapatılması ya da yaktırılması gibi bir istek de ileri sürülmemiştir.

Matbaaya Şeriatçıların karşı çıktığı, yeniçeri isyanlarının, şeriatçılık adına yapılmış ayaklanmalar olduğu yolunda yaygın iki inanç tamamen bilim dışıdır.

Matbaa ve basımevi işi zaten padişahın ve sadrazamın desteklediği bir iş olduğu için fetva ve ferman kolayca çıkmıştır.

Şeyhülislam Abdullah Efendi fetvayı hemen vermiş, ulemadan, yani devrin ileri gelen din bilginlerinden 11 kişi basılan ilk kitabın başına takrizler(övgüler) yazmışlardır. Hatta Şeyhülislam Abdullah Efendi İbrahim Müteferrika’ ya basılmasını gerekli gördüğü iki kitap vermiştir.

İbrahim Müteferrika’nın vefatından sonra matbaayı yürütmek üzere ulemadan (din bilgini) Rumeli kadısı İbrahim ile Anadolu kadısı Ahmet görevlendirilmiş onlar da bu görevi severek üstlenmişlerdir.

Masum halka bal gibi yutturulan “Resmi ideoloji” yalanlarından ve safsatalarından biri de matbaa dönemi de dahil bütün Osmanlı tarihi boyunca sadece 536 kitap yayınlandığıdır. Bu kocaman acımasız yalanla bilim adamı görüntülü cambazlar toplumu zehirlemektedirler.

Halbuki;

Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’nın Yazma Eserler Portalı kapsamında 208.560 eser yer almaktadır.

Türkiye’nin en zengin yazma eserler kütüphanesi olarak nitelenen Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi bünyesinde 88.026 yazılı (yazma) ve 68.457 basılı (basma) eser kayıtlıdır.

Bayezit Devlet Kütüphanesi 17.941 cilt, Belediye Kütüphanesinde 6.543 cilt, Milli Kütüphane 11.546 cilt, Bursa Kütüphanelerinde 8.773 cilt, Konya Kütüphanelerinde toplam 5.104 adet sadece yazma eser bulunmaktadır.

Kemal Tahir’e göre bu sayı Osmanlı coğrafyası dikkate alındığında 600.000 i geçmektedir.

600.000 (altı yüz bin) nere 536 nere!

Vicdansızlığın derecesini ve yorumunu sizlere bırakıyorum.

Bunların diğer yalanlarını da varın siz kıyaslayın!