Maslahat, idare-i maslahat
KALEYDOSKOP
Yaşamak güç gerektirir. Hayat, içeri aldığımız soluğa ciğerimizin verdiği yanıttan başlayarak esefle bıraktığımız son nefese birini daha ekleme içgüdüsü arasındaki bütün süreçlerde başlı başına bir mücadeledir. Bu mücadelede kendini ve başkalarını olması gerektiği gibi yönetenler huzur içinde, onu yüzüne gözüne bulaştıranlar ise kedere gark olarak ömürlerini noktalar. İşte burada, tam da burada yönetmek ile idare etmek arasındaki o ince fark keskinleşir, mahiyete özgü bir duvara dönüşür.
Maslahat yönetmek, idare-i maslahat idare etmektir. Maslahat ya olmayan
bir şey ortaya koymak veya var olanı geliştirmektir. İdare-i maslahat ya olanı
olduğu gibi devam ettirmek veya olduğundan çok daha kötü hale getirmektir.
Maslahat yönetmeyi, idare-i maslahat idare etmeyi imler. Yönetmek hakim
olmaktır, idare etmek idare ederken bile mahkum olmak. Yönetmek her durumda muhatap olduklarının
üzerinde durmayı başarmak, tehdit ve imkanları görüş mesafesinde konumlandırmak
ve hiçbir zaman ipleri elinden bırakmamak demektir. İdare etmek ise idare ettiği
ile ya aynı mesafeden bakmak veya onun altında kalmaktır. Böylece idare etmenin
doğası yüzeye çıkar, görüş mesafesi daralır, bakış açısı sınırlanır ve resmin
tamamını görememekten kaynaklı zafiyetler yaşanır. Bu ikisi arasında neredeyse
hayat ile ölüm, varoluş ile yok oluş arasındaki kadar belirgin bir çizgi
durur. Şartlar ne olursa olsun yönetenler
başarır, idare edenler eninde sonunda başarısızlığın kucağına düşer. İster
bireysel ister toplumsal anlamda olsun; maslahat edenler, daha başta, neyi, ne
zaman, nasıl yapmaları gerektiğini bildiğinden hiçbir zaman bir duruma maruz
kalmaz, süreçlere ansızın yakalanmazlar. Bundan dolayıdır ki sayısız şanssızlık
da yaşasalar, onları bekleyen sayısız sorun yumağı yer yer zihinlerini de
bulandırsa ne yapar eder, bir yolunu bulur, ayakta kalmanın çaresini üretirler,
kendileri üretemese de ürettikleri sistem onları başarıya götürür. İdare
edenler ise ya başta yetersiz ve o yetersizliği yeterliliğe dönüştürmeyi hiç
düşünmezler veya başta yeterli oldukları halde zamanla olayların ve gidişatın
altında kalırlar; bir sistem kuramadıkları için de başarıları kendileri
kuvvetten düşünce başarısızlığa mahkum olur. Sistemler insanlardan daha kalıcı
olduğu için yönetenler sistem kurar, idare edenler sistemin parçası olur.
Yönetmek sistemli olmayı gerektirir ve yönetme adayları öncesinde
kafalarında belirlenmiş bir sistemle gelirler. Daha baştan, yol haritaları hazırdır. Yönetmek için
geldiklerinin bilincinde olduklarından kısa, orta ve uzun vadeli projeleri
vardır ve toplumu dönüştürmenin neredeyse bütün araçlarına sahiptirler. Eldeki
imkanların sınırlılıklarını, icraatlarının zafiyet ve güçlü noktalarını tek tek
hesap etmişlerdir ve yol boyunca ortaya koydukları icraatlar hep başlangıçta
ortaya koydukları planın pratik zemini olarak gerçekleşir. Sahip olunan
potansiyel ile eldeki araçların sentezi olan yapabilme kudretine uygun
davrandıkları için yol kazasına uğramazlar. Güçleri tükenene kadar yönetmeyi
sürdürür, tükendiğini hissettikleri andan itibaren de gücü devretmeyi bir görev
addederler. Böylece yönetmeyi bilme aynı zamanda “sadece ben yönetirim ve
benden başkası yönetemez” zehirlenmesine asla yol açmayacağı için yönetme idare
etmeye hiçbir zaman tahvil edilmez. Zaten daha başlangıç aşamasında hangi
sistemin yöneticisi olduklarını bildiklerinden ve sistemin zaaf noktalarını
belirleyip onları gidermenin reçetesine sahip odlularından sistemi daha da
işler hale getirmenin arayışında olmuşlar, eskiyen, tıkanan parçaları
yenileriyle değiştirmişler, aksayan ve gıcırtı çıkaran dişlileri maharetle
revizyondan geçirmişlerdir. İşinin ehli oldukları için sistemin bütün
paydaşlarının da ehil insanlardan seçmişler, süreç içerisinde ehil olmayanları
ve yorulanları ehil ve enerjik olanlarla yer değiştirmişlerdir. Böylece
yönetenlerin elinde hem yönetimin bizatihi kendisi hem de muhatapları hiç
incinmeden harika bir bütünlük içinde toplumu ve devleti bütün kurumsal
yapısıyla aldıklarından çok daha güçlü biçimde istikbale teslim etmenin iç
huzuruyla devretmenin keyfini yaşarlar.
Bütün bunlar gelişmiş birey, toplum ve devletlerde böyledir. Gelişmemiş
olan birey, toplum ve devletlerde ise yönetme yerini kısa süre sonra idare
etmeye bırakır. Burada artık yönetenler yönetmenin altında ezilir, belirlenen
amaçlar ve projeler unutulur, insanlar olayların ve düşüncelerin gerisinde
kalır, öz biçime feda edilir. Böylesi bir kurguda çalışma yerini atalete,
üretim yerini tüketime, düzen yerini başıboşluğa bırakır ve kısa süre sonra da
toplumdaki süregelen hoşnutsuzluk kaosa evrilir. Kaos da bilindiği gibi toplumun
sesini yukarıya, yönetime ulaştıran her türden söyleme kısa devre yaptırarak
yukarı ile aşağı arasındaki söylem akışını durdurur. Aşağıdakiler seslerini
yukarıya ulaştıramazken, yukarıdakilerin aşağıya yönelik cümleleri de
inandırıcılığını kaybeder. Başlangıçta, yönetmek için ortaya çıkanların
enerjisi artık tükendiğinden hasta insanların kulaklarının ağır duyması benzeri
bir tıkanıklık hayatın her alanında kendini gösterir ve yönetenleri besleyen
halka özgü –biteviye yenilenen- potansiyel enerji berhava olur. Yönetmenin
idare etmekten ayrılan en önemli taraflarından biri de yönetenlerin
yönetemediklerini gördükleri an yerini yenilerine bırakma konusundaki
tereddütsüzlükleridir. Yönetmenin yerini idare etmeye bıraktığı hiçbir toplumda
gelişme olmayacağının istisnası bile yoktur. Hayatlarını bu istisnaya adamış
yöneticilerin sonlarını tarih bize defalarca göstermiştir.
İdare-i maslahat maslahatın düşmanıdır ve eninde sonunda maslahata dair
ne kadar kazanım varsa hepsini yer bitirir. Var edenler, var ettiklerinin
bittiğini görmeden kenara çekilmeyi bilmeli ve var ettikleri eserlerinin
keyfini çıkarmalıdır. Gücünün sınırlarını bilmek güçlü oluşun en önemli
emaresidir.