Derbi
maçlarını genellikle “sakin” kalabilen takımlar kazanır.
Çok fazla
havaya giren, baskı altında kalan, “ölümüne”
oynama havasına kapılan takımlar büyük
hatalar yaparlar.
“Panik,
kontrolsüz hırs, aşırı heyecan” gibi duygular, “aklın” önüne geçtiğinde,
takımın eksik bırakan, penaltıya sebep
olan hatalar yapılır.
Kazanma azmi
başka, "hırs yapmak"
başka.
Azim ve
şuurla hareket edenin kazanma ihtimali artar, “hırsına mağlup olanın” ise kaybetme.
*
Futboldan
siyasete gelecek olursak…
Malûm, Türkiye seçim havasına girdi sayılır.
Siyasetçilerin
bundan sonra atacakları bütün adımlar “seçim”e
ayarlı olacak.
Tıpkı
futbolda olduğu gibi, azim ve şuurla hareket eden…
Hırsına
kapılmayan, aşırı gerginlikten, aşırı heyecandan, aşırı motivasyondan dolayı “zararlı hareketler” yapmayan partiler,
seçimlerde avantaj elde eder mi?
Geçmiş
seçimlere baktığımda, bu soruya rahatlıkla “evet” cevabını verebiliyorum.
Seçimlerde
büyük başarı elde etmiş liderlerin ve partilerinin, kampanya dönemlerinde
gerilimi kontrol altında tuttuklarını, kendilerinden emin görüntü
sergilediklerini, ağırlıklı olarak “birlik-beraberlik mesajları”
verdiklerini görüyorum.
Misal…
Merhum Adnan
Menderes, Merhum Necmettin Erbakan ve
Sayın Erdoğan, kazanacakları seçimler
yaklaştığında “birlik siyaseti”ne her
zamankinden çok vurgu yaptılar…
Farklı
zamanlardaki “sadece ” seçim
ortamına yaklaşıldıkça azalttılar ve Türkiye’nin 7’den 77’ye el ele vereceği
günlere daha çok işaret ettiler.
Refah
Partisi’nin birincilikle çıktığı seçimlerden önce, toplumun neredeyse bütün
kesimlerinin yer bulduğu “reklam
kampanyaları” dikkat çekmişti.
Mesajlar,
daha ziyade “barış, kardeşlik, kalkınma,
birlik, beraberlik” üzerineydi.
Bu
kampanyaları etkisiz kılmak isteyen çevreler, Refah Partisi iktidara geldiği takdirde farklı yaşam tarzlarının
tehdit altında olacağı, özgürlüklerin büyük ölçüde kısıtlanacağı, sokaklarda “türbansız” dolaşmanın yasaklanacağı gibi “tuhaf” iddiaları öne çıkartsalar da, bu negatif söylem tutmadı.
Merhum Erbakan
Hoca ve diğer Refah Partililer kampanya boyunca hep sakin ve kendilerinden emindiler.
En fazla
onlar çalıştı, en fazla onlar terledi, en fazla vatandaşa onlar dokundu.
En sakin
olan da onlardı.
*
Aslına
bakarsanız, ismi daha önce pek
duyulmamış olan Ekrem İmamoğlu’nun “İstanbul
Seçim Başarısı”nın sebepleri arasında “sakin,
rahat, kendinden emin” görüntü sergileyebilmesi de yok değildi.
Ekrem
İmamoğlu zaman zaman “rolünün”
dışına çıkıp “agresifleşse de”,
genellikle sakin kaldı, yumuşak mesajlar verdi, “16 Milyon”a seslenmeye çalıştı…
Onun
halleriyle “sevgi pıtırcığı” diyerek
dalga geçenler olsa da, adaylığı açıklandığında kendisinden beklenen başarının
çok daha fazlasıyla çıktı seçimden, seçimlerden.
*
Yazarken çok
önemli misalleri unutuveriyor insan…
Merhum
Özal’ın “dört eğilimi birleştiren” o
meşhur hareketini unutmak olur mu?
Darbe
döneminin ardından yapılan ilk seçimlerde rakipleri masalara yumruk vuruyor, “sattırmam, attırmam, yaptırmam!” negatif
dilleriyle gerilim rüzgârları estiriyorlardı.
Rahmetli
Özal ise, o kadife sesi, memlekete hizmet üretmek için kolları sıvamış ve
elleri havada kenetlemiş haliyle; çatışmadan, gerilimden bıkmış vatandaşın
kalbine, beynine, midesine, kesesine hitap etmeyi başardı.
Seçimi büyük
farkla kazandı.
Onun “Türkiye’ye çağ atlattık” söylemi
dalgaya alınsa da, milyonların teveccühü hep devam etti.
Milyonlarca
vatan evlâdının katıldığı muazzam Cenaze Merasimi de, bu teveccühün belgesiydi.
*
Seçmen,
kazanabilecek durumda olan partiler ya da ittifaklar arasından başına en az
belâ açacak, kendisine en fazla huzur ve hizmet üretebilecek olanında karar
kılıyor yani…
Unutmadan;
Demokrasilerde
kararlar da genellikle “ehven-i şer”
bakış açısıyla veriliyor.
Yani,
mevcutlar içinde en az kötüsü.
Seçim
kazanabilmek için bu nokta da çok önemli.
“Baba” lâkaplı politikacı pek çok
seçimi böyle kazanmıştır malûm.
*
Verdiğimiz,
veremediğimiz misallerden hareketle bugüne bakacak olursak…
Seçimlere az
sayılabilecek bir zamanın kaldığı şu günlerde, Millet İttifakı’nın en büyük
partisi CHP’de büyük bir gerilimin olduğu, Parti Yönetimi’nin gittikçe
agresifleştiği, adeta panik-telaş havası içinde “bütün tuşlara bastığı” dikkatinizden kaçmıyordur.
Üç beş ay
öncesine kadar, “helalleşme” kavramına yaslandırılan farkı çevrelere
açılma arzusu dikkat çekiyordu.
Sayın
Kılıçdaroğlu, “başörtüsüne kanuni
güvence” çıkışının başarısızlıkla neticelenmesinin ardından “taktik” değiştirdi.
Adımlarının
bırakın farklı kesimlerden oy getirmeyi, elde olanı da kaybettirdiği
tespitinden hareketle bu yola girmiş olabilir.
Dimyata
pirince giderken evdeki bulgurdan olmak yani…
Böyle bir
endişenin etkisi altında kalmış olabilir.
Masa’daki
genel başkanlardan biri, “psikolojik üstünlüğün” Cumhur
İttifakı’na geçtiğini söylemişti geçtiğimiz günlerde.
Masaya
destek veren yazarlar da endişelerini sıkça ifade eder oldular; “Bu masadan bir numara çıkmaz!”
cümlesiyle özetlenebilecek çıkışlar epeyce arttı oralarda.
*
Sayın
Kılıçdaroğlu’nun bu süreçte gerilimi gittikçe tırmandırmaya çalıştığını
görüyorum.
Bu strateji
mi, yani üzerinde düşünülerek ortaya konulan hareketler dizisi mi?..
Birilerinin
iddia ettiği üzere, etrafındaki bazı unsurların “Genel Başkan’ı yanlışlara sürükleme” stratejisi mi uygulanıyor?
Yoksa…
“Bu sefer de kaybedersek tabana nasıl hesap
vereceğiz?” endişesinden, paniğinden mi kaynaklanıyor gerilimi tırmandırma
hamleleri?
Ya da…
Sayın
Kılıçdaroğlu bu işin kendisiyle olmayacağını gördü de, çatışarak geri çekilmeye
mi çalışıyor?
Adaylıktan
vazgeçti de, riski bir başkasının omuzlarına yüklemeye mi hazırlanıyor?
*
Siz bunlar
üzerinde düşünürken, ben Cumhur İttifakı’nın son dönem stratejisine dikkat
çekerek bitireyim yazıyı.
Sayın
Erdoğan’ın liderliğinde “gerilimi
azaltma” ve “dört eğilimi”
yeniden birleştirme stratejisi izleniyor bu günlerde.
“Kızgın demiri soğutma” meselesi yani…
Vatandaşlarımızın
kahir ekseriyeti, maceradan, sıkıntıdan, belâdan, riskten hoşlanmaz.
Kim sâkin
kalabilirse o kazanır seçimi!