Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Mart ayı

Bütün bu olup bitenlere, dünyanın tadının kaçmasına, hayat ile aramıza giren sayısız uyuşuk mayışık maniaya rağmen kaşla göz arasında Mart ayı cemrelerin araladığı kapıdan içeri girdi, içimizi ısıttı, yolu yarılamakla kalmadı, hızlıca nisana doğru ilerliyor. Ben Mart ayının gelişini, çocukluğumda babamın üzüm bağı budaması vesilesiyle bilirdim. Eriyen karlar saçaklardan aşağı şıpır şıpır dökülmeye başlar, dereler coşkuyla akar, dağ tepe uykudan uyanır, çimenler göğü selamlar, geride kalan bütün o ölümcül göstergeler yerini tazeliğe bırakırdı. Babamsa daha Mart’ın ilk günlerinde heyecanlanır, göğe bakar, gururla, istekle, hevesle “Budama vakti geldi” derdi. Bağ budaması, asmanın kış boyu kuruyan, suyunu yitiren, oduna dönüşen çubuklarının kesilip onun yerine yenilerinin gelmesini sağlayan keskin bir müdahaledir. Bahara, özellikle Mart ayına özgü bu müdahala olmadığında bağ bakımsız kalır, birkaç yıla da tazeliğini yitirerek sıradan bir bitkiye dönüşür ve üzüm vermez. Mart ayı bu sebepten, çocukluğum için insanın doğaya müdahalesi, onunla yeniden buluşarak ondaki eskiyen tarafları atması, onun yerine yeni fışkınların atmasına yönelik iştahlı bir çabayı ifade eder. Elbette eski kışlar göz önüne alınınca karların erimeye başlaması, üzerindeki bu yükünü atan derelerin çağlamaya başlaması, insanların evlerinin içinden çıkarak eşiklere sandalye çekmesi, bazı günler ne vakittir özlenen koyu mavi göğün iştahla seyredilmesi, özellikle bademlerin, o kuru çubukların sağından solundan beyaz-pembe çiçekler çıkarması gibi hepsi birbirinden coşkulu sayısız çağrışıma da açık. Aslında, bir bakıma kışın başlangıcıyla kendi içine, inine, kozasına çekilmiş insanın Mart’ın daha ilk günleriyle birlikte kabuğunu çatlatarak yeniden dışarı çıkması, hayatla buluşması, hayata karışması demek bütün bunların anlamı. Zaten kolektif şuurda, bütün kültürlerde ve coğrafyalarda Mart deyince yeniden doğuşun algılanmasının sebepleri de bu benzeri çağıltılardır.

Bütün bunlar çok kıymetli elbette. Mart doğudan batıya, güneyden kuzeye her kültüre belli düzeyde bir ilham veriyor ve insanlar onunla iyi duygular arasında bağ kuruyorlar. Ancak Mart ayının özellikle tarihimiz açısından başka bazı kıymetleri de var. Bu bakımdan baharın, dirilişin, yeniden doğuşun, tazeliğin müjdecisi bu ay sadece getirdiği yeşertiyle, yağmurla yaşla, bereketle, canlılıkla değil tarihimizin şahit olduğu güzel günleri yeniden hatırlatmayla da müşerref. Sonradan uydurulan ve kapitalizmin tüketimi kışkırtma misyonuyla donatılmış dünya kadınlar günü bir tarafa bırakılırsa Mart ayı aynı zamanda özgürlük ve bağımsızlığımızın simgesi olan İstiklal Marşı’nın kabulünün ve 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin de birleştiği, yan yana geldiği, iç içe geçtiği bir mahfile dönüştü.

Geçtiğimiz hafta, 12 Mart’ta İstiklal Marşı’mızın yıldönümü vesilesiyle Modernleşme ve Mehmet Akif adlı bir konferans verdim. İstiklal Marşı şairinin, memleketin o karanlık günlerinde nasıl da şehir şehir, belde belde dolaşıp işgalcilere karşı milli direnişi organize ettiğini, sözleriyle insanın kalbini titreterek ayaklarına güç verdiğini söyledim. Yani bir anlamda, çağının kötülüklerinin sanığı zaten olmadığını, tanığı olmayı da reddettiğini, kötülüğe karşı sözde kınamaların hiçbir anlamı bulunmadığını söylemenin simgesi olabileceğini ifade ettim. O, dedim çağının kötülüklerine tanık olmanın sanığı olmaktan hiçbir farkı bulunmadığını söyledi bize. Ve elbette, bu ayda, bu Ramazan ayında açlıkla susuzlukla değil, organize bir ordunun, yeryüzündeki en büyük terörist devlet organizasyonunun bütün imkanları seferber edilerek yok etmeye çalıştığı Filistin’de, ölümle imtihan edilen kardeşlerine büyük bir aymazlıkla, riyakarlıkla sadece ‘kınama gönderen’ bugünkü liderlerini de hatırlatma gereği duydum. Türkiye için o gün Sevr Antlaşması ne ise kaşla göz arasında şehirleri (Kudüs) başkalarının başkenti yapılan, evlerinden, bahçelerinden, baharlarından olan Filistinliler için de İsrail katliamı bugün odur. O gün dünyanın dörtbir yanındaki inanmış insanlar sadece dua etmekle yetinmediler, ülkemizi paylaşmaya gelen düşmanlara sadece kınama yollamadılar ama aynı zamanda ellerine silah alıp savaşmaya gittiler, olmadı, ellerinde avuçlarında ne varsa toplayıp Milli Mücadele’ye maddi destek sundular. Bugünse, onun çok daha ötesinde bir işgale, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük soykırımına maruz kalan Filistinliler için hiçbir devlet görünür tek bir yardımda bulunmuyor. Filistin’e en büyük yakınlığı duyduğunu söyleyen, onun hamisi olduğunu ifade eden çevreler bile askeri-siyasi-ekonomik ilişkilerini askıya almıyor. Ve bütün bunlar, yeniden doğuşun simgesi olan Mart ayında, oruçla birleşen Mart ayında, İstiklal Marşımızın kabulünün yıldönümünü sinesinde barındıran Mart ayında, dünyanın organize kötülüğüne tarihin en büyük cevaplarından birini verdiğimiz Çanakkale Zaferi’nin de içinde barındığı Mart ayında oluyor. Öyle sanıyorum ki bugün tek bir Mehmet Akif’imiz olsa, kelebek etkisiyle en azından Türkiye’den başlayarak dünyaya dalga dalga yayılan bir direniş hikayesi yazılırdı ve bu tek kişinin başlattığı hareket zalimleri bulunduğu yere kilitlemeye yeterdi.

Bağ budamasına gelince; budama esnasında, bazen ansızın bardaktan boşanırcasına ağır yağmurlar yağar, tarlayı su basar, budamaya günlerce ara verilirdi. Tarla bir başından ötekine dizboyu çamura belenir, budanmanın önüne sayısız engel çıkar ama o adam yine de umutsuzluğa kapılmaz, günün açmasını sabırla bekler, vakit gelince de yeniden işinin başına döner, başladığını bitirirdi. Babamın içindeki umut, bir gün mutlaka güneşin çıkacağı, çamuru kurutacağı ve budamanın yeniden başlayacağı umudu hep diri kalır, gözlerinde ışık hiç sönmez, geri çekilmezdi. Zaten onu o yapan da bu pes etmeyen kişiliği olsa gerek. Kim bilir, belki de durum, Filistin için de böyledir. Kim bilir, belki bir gün Filistin’e de bahar gelir, gün açar, asmalar budanır, gözlerden filizler fışkırır, bahar bahçe olur Mart ayı onlar için de. Ama o gün geldiğinde biz hala biz olarak kalır mıyız, insanlığımız hala olduğu yerde duruyor olur mu, karakterimizin üzerine örtülen çamurları bir merhamet yağmuru alır götürür mü bilinmez.