Marmaray yolcusu kalmasın
Dünya İstanbul'da bu günlerde. Albüm rengarenk. Doğulu bir alında yonca
dövmesi dikkatimi çekti meselâ. Zevklerin ve renklerin tartışılmazlığını biraz
zor da olsa yeniden idrak ettim. Zihin bu ya… Gepegenç bir kızken,
fakültedeyken Allah'ın sürmesini bizim üzerimizden din bahanesiyle tartışan ve
bu yüzden bizi üzen yobazları hatırladım birden. Hayatı güzel yaşamaya en büyük
engelin; yobazlığın her türlüsü olduğunu da hatırladım.
Silkindim. Gülümsedim. Başım dik ve şıktım. Yine ve hep sürmeliydi
gözlerim. Muhabbet desen ha keza...
(Hem yürüyor, hem içimden bağırıyor
ve eylem yapıyorum.) Şu Yenikapı Marmaray yolundan bir kere yürüse ya
başkanlar… Gerçi onlar yürürken bir saat önceden yoldaki engeller kaldırılır.
Kalabalıklar yırtılıp çevreye süpürülmüş olur çoktan… Bir iki de tebessümlü
görüntü yeter.
Eminönü’nde vapur iskelelerinin ta uzağına taşınan otobüs durakları apayrı
bir dert fakat şu Yenikapı Marmaray’a yürüme yolu bizi bitirecek. Öyle karmaşık
ki; Aksaray civarından Yenikapı’ya ulaşıncaya kadar aniden katıldığımız,
kendimizi içinde bulduğumuz bir yarışma var. Adı ne mi? Survive! Hayatta
kalabilenler, dayanabilenler Marmaray’a binme hakkını elde ediyor. Karmaşık ve
her adımda bambaşka sömürgelerin, “ülke”lerin arka sokaklarındaymışız hissi
veren bir popülasyon (nüfuzasyon mu deseydik) ve hep bozuk yollar, inşaat
haline geçmiş olduğu için geçiş yollarında yıllardır kalkmayan, yoldakilere
uzun atlama yaptıran inşaat malzemeleri, tamir için gelmiş arabaların altlarına
uzanmış tamirciler ve herkesin düşmeyi deneyimlediği ve muhtemelen küfür
ederek, lanet okuyarak, evdeki kantaronu hayal ederek kalkabildiği çarpık
kaldırımlar, “Eşya taşınır” yazan nakliye arabalarının olmadık bekleme
noktaları… Kesinlikle düzensiz mi düzensiz ve çok sıkışık sivil ve araç trafiği…
Boş verin bir kadın olduğumu siz, insanım! İnsanız! İşimize, gücümüze,
sanatımıza gideceğiz ve sadece ekmeğimizi kazanmak için değil, ruhlar doyuracak
üretimlerde bulunmak için ya hu!
Siz kendi eşinizi, çoluk çocuğunuzu bir defalığına oradan yürüttünüz mü?
Bir defalığına toplu taşımı kullandınız mı? Marmaray’daki her an bozuk,
yürümeyi unutmuş merdivenleri veya kritik noktalardaki bozuk ve kapalı asansörleri
saymıyorum bile. Her defasında yaşlıları, çocukluları, engellileri düşünerek ve
acı çekerek geçiyorum oralardan.
Bizim bir derdimiz yok, bizim derdimiz sizin dertsizliğiniz… Sizin bizim
yaşamımızın zorluklarını hiç konu edinmeyişiniz.
(Survive’yi kazandım. Bindim. Ayakta da olsa gidiyorum. )
Akranlarımdan birine Marmaray' da yer verince, "Sen neden
oturmuyorsun?" sorusu ile karşılaştım. "İncelik göstermek
istedim" dedimse de tatmin olmamış gibi duraksayınca "Henüz yorgun değilim,
buyurun lütfen" diyerek şaşkınlığına acil bir gerekçe buldum. Ses
erkeksiydi. Yüzüne tekrar bakarak hemcinsim olduğuna kanaat getirdim. Pop/ozitif
ayrımcılığı eleştirsem de o an yapmayı istedim. İçimden gelmekte olan, hiç
gitmemekte olan "Kabul et işte, yorgun ve biraz yaşlısın, ay tamam kızma
yaş almışsın demek istedik. Otur aşağı ve dinlenmene bak!" ve bunun gibi
sesleri bastırdım.
Derken mızıkacı toplu taşım müzisyeni çocuk, o bir ara takıntı halinde
söylenen 10. yıl marşının yerine ikame edilen marş ezberiyle çıka geldi/yetti!
Hani bir şarkı bizi alır götürür ya. Hiç öyle olmadı. Bu marşları politik
zıtlaşma malzemesi yapıp kirlettikleri için safiyetle dinleyip de gündelik
telaşları bir an olsun unutup gidemiyor insan. Aman neyse işte bizim ayakları
kapkara, bakımsız çocuk hiçbir şeyi unutturmayan ve her yerde dayatılan malum
marşlardan birinin gelişi güzel tınısıyla güya evrensel mızıkçılığına başladı.
Parayı çıkardım. Hiç hemen verir miyim? Vermem. Elimde tuttum. Hatta ellerimde
dans ettirdim. Çünkü biliyorum ki toplu taşımın acemi/ çocuk müzisyenleri
parayı aldıkları anda hizmeti de alıp- susup ikiliyorlar. Epeyce dinledikten
sonra bi' güzel ödememi yaptım. Kartla olsa kartla yapardım. Temaslı. Çok
temaslı nakit. "Bella"/ Yakışıklım" dedim, '"Çav!"