Marilyn Monroe: Et-Kadın; kapitalizmin bitmeyen iştihası!
“Sadece birkaç kırık parçamız bir gün diğer insanların kırıklarına temas edecek. Gerçek bundan ibaret. Bir tek insanın gerçeği. Sadece prezantabl kırıklarımızı paylaşabiliriz. Bu yüzden her zaman yalnızız.
Neden olaylar gerçekten olmuyor da bir rol oynuyormuşum gibi geliyor? Neden bu işkenceyi hissediyorum? Neden, kendimi diğer insanlardan daha az insan hissediyorum? Kendimi hep insan altı bir varlık gibi hissettim…”
Marilyn Monroe’nun, psikanalist Ralp Greenson’a yazdığı mektuptan…
Modern dünyanın insan sömürüsü konusu her açıldığında aklıma gelen isimdir Marilyn Monroe! İnsan bedeninin nasıl bir pazarlama unsuru haline dönüştürüldüğüne dair verdiğim örneklerin de başındadır.
Olağanüstü güzelliği, kısacık hayatına sığdırdığı acı ve çalkantılı hayatında sadece meta haline dönüştürülen bedeniyle iliklerine, zerrelerine dek sömürülen bir kadın!
Hüznü, gözbebeklerinden okunabilmesine rağmen bedeni et muamelesi görmeye devam eden yürüyen mutsuzluk abidesi…
Mektuplarından, notlarından edebiyata yatkınlığı anlaşılan bu kadını “aptal” rolünü kimliğiyle bütünleşmek zorunda bırakarak bunun üzerinden para devşiren bir sisteme karşı avazı çıktığı kadar akıllı olduğunu haykırması elbette beyhude bir uğraşı olacaktı.
Uzmanlara göre psikolojik sorunları olan, kimilerine göre şizofreni kabul edilen Monroe’nun zaten sağlıklı olması şaşırtıcı olurdu. Parçalanmış ailenin, şizofren annenin, çocuklarını terk eden babanın kızı olması bir yana tacizlerle geçmiş, yuvasız, mekansız bir çocukluk…
Marilyn Monroe’nun hayat hikâyesini anlatmaktan ziyade oldukça acıklı bu hayatın, et-kadına dönüştürülmüş bir kimliğin, kapitalist iştihanın kurbanı olduğuna işaret etmektir muradımız! Para getirecek her şeyi metalaştırabilme maharetine sahip bu sistemin, insanı nasıl bir satış metaına dönüştürdüğünün hazinli durumuna atıf yapmayı istemekteyiz.
Aslında çoğu zaman her kabahati kapitalist sisteme yükleyerek gizli bir insanı temize çıkarma, aklama sonucuna ulaştığımızı iddia edebiliriz. Kimi zaman niyet bu olmasa da tüm vebal ve çirkinliği piyasaya yükleyip başta kendi vicdanlarımız olmak üzere insanı ve insana dair cürmü yok saydığımız ret edemeyeceğimiz bir hakikat!
İşte bu bağlamda Monroe, gerek ona dayatılan yaşam gerekse ölümünden sonra karşılaştığı muamele ile kapitalizmin kölesi olmuş yahut insana dair tüm çirkinliklerin zuhur ettiği tiplerin hüzünlü bir tiplemesi olarak karşımıza çıkar.
Monroe, hayatta iken karşılaştığı muamele kadar ölümünden sonraki muhatap olduğu davranış kalıplarıyla da psikoloji ve sosyoloji bilimine yeteri kadar araştırma konusu sağlamıştır. Yontularak vücuda getirilmiş taş ve metal bir Monroe’nun (heykelinin) de istismara maruz kalması hastalıklı bünyelerin azgınlıklarının sınır tanımazlığına da önemli bir işaret kabul edilebilir.
Gençlere, Marilyn Monroe’nun hayatını -insanın çirkinlik derecesine dair bir izlenim edinmek – maksatlı bir kez de farklı bir gözden değerlendirmelerini salık verirken; yazıyı, tek sermayesi bedeni, en büyük korkusu yaşlanmak olan ve 36 yaşında ölen bu kadının sözüyle bitirmek istiyorum.
“ Tuhaf ama biri bana iltifat ettiğinde içimi bir endişe kaplıyor. Izdırap duyuyorum çünkü bu iltifatı hak etmediğimi düşünüyorum; gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyorum!”